X

Abdullah Archibald Hamilton

Alen Ara Küçükboyaciyan

İslam’ı seçen diplomat

Sir Archibald Hamilton, İngiltere’nin tanınmış bir diplomatı olup, Birinci Dünya Savaşı’nda deniz subayı olarak vazife yapmıştır. Meşhur bir aileden gelmekte olup, baronet (Baron adayı demekdir) ünvanı taşımaktadır. 1923 senesinde İslam dinini kabul etmekle şereflenmiştir.

Niçin müslüman oldum ?

Büluğa erdikten sonra, İslam dininin sadeliği ve billur gibi berraklığı, beni daima kendisine cezbetmişti. Bir hıristiyan olarak doğduğum ve bir hıristiyan terbiyesi aldığım halde, batıl akidelere bir türlü inanmamış, daima hakkı, hakikati ve mantığı, körü körüne inanışlara tercih etmiştim. Ben, bir tek Allaha, huzur ve ihlas ile ibadet etmek istiyordum. Halbuki ne Roma kilisesi “katoliklik”, ne de İngiliz kilisesi “protestanlık”, bunu bana sağlıyamıyordu. İşte bu sebeple beni tam tatmin eden müslümanlığı, vicdanımın telkinine uyarak kabul ettim ve ancak ondan sonra, kendimi Allahu tealanın hakiki kulu ve daha iyi bir insan olarak hissetmeğe başladım.

Ne yazık ki, İslamiyet, birçok hıristiyanlar, cahiller tarafından, yanlış, uyuşturucu ve yalan, uydurma bir din olarak anlatılmışdır. Halbuki, Allahu teala indinde hak din İslamiyettir. İslamiyet, kuvvetlinin zayıflarla, zenginlerin fakirlerle birleşmesini sağlayan mükemmel bir dindir. İnsanlar iktisadi bakımdan esas olarak üç sınıfa ayrılırlar. Bu sınıflardan birincisi, Allahu tealanın birçok nimetlerle zengin ettiği kimselerdir. İkinci sınıf, hayatını kazanmak için çalışmak zorunda olanlardır. Bir de üçüncü sınıf vardır. Bu sınıfda bulunanlar, kendi kusurları olmadığı halde, kafi derecede kazanamayanlar, işsiz kalanlar, iş yapamaz hale gelenlerdir ki, fakirlik ve zaruret içindedir. İşte İslam, bu üç sınıfın da birbiriyle kaynaşmasını sağlar. Zengin olanın fakire yardım etmesini emreder. Zilletin, ızdırabın ortadan kaldırılması sebeblerini ihsan eder.

İslam dini aynı zamanda insanların çalışma kudretine, şahsi gayretine ve iş görmek kabiliyetlerine de ehemmiyet verir. İslam kanununa göre sahipsiz bir araziyi fakir bir çiftçi, belirli bir zaman kendi gayreti ile işlerse, arazi onun olur. İslam dini, yıkıcı değil, yapıcıdır.

İslam dini, kumarı ve ona benzeyen bütün kötü, zararlı oyunları men eder. İslam dini, insanı sarhoş eden bütün içkileri de men eder. Hakikaten dünyada insanların başına gelen felaketlerin çoğunun sebebi, kumarla içkidir.

Biz müslümanlar, herşeyin kader elinde esir olduğuna inanan kimseler değiliz. İslamda bahis konusu olan “kader”, hiç bir şey yapmadan, ağzını havaya açarak her şeyi Allahu tealadan beklemek demek değildir.Tam bunun aksine, Kuran-ı Kerim’de Allahu teala daima çalışmağı emir etmekdedir. İnsan bütün gayreti ile çalışacak, bütün zahiri sebeblere yapışacak, ancak ondan sonra Allahu tealaya tevekkül edecekdir. Çalışmadan önce değil, çalışırken, başarabilmek, kazanmak için, Rabbine yalvararak, Ondan yardım bekleyecekdir. İslamın “Hayr ve Şer (iyilik ve kötülük) Allahu tealadan gelir”akidesi, herşeyi Allahu teala yaratır demektir. İslamiyetde “Hiç bir şey yapmadan boş durmak” diye bir şey yoktur. Kader, olacak herşeyi, Allahu tealanın ezelde bilmesi ve bildiklerini, zamanları gelince, yaratması demekdir.

İslamiyet, insanların günahkar olduğu, günah ile doğduğu ve bütün hayatı müddetince keffaret vermeğe mecbur olduğunu, asla kabul etmez. İslamiyet, insanların, erkek ve kadın olarak, Allahu tealanın kulları olduğunu, kadın erkek arasında zeka, akıl, düşünce ve ahlak bakımından mühim fark bulunmadığını beyan eder. Ancak, erkekler daha güçlü, kuvvetli yaratıldıkları için ağır, yorucu işler ve nafaka temini bunlara verilmiş, kadınlar, daha rahat, daha neşeli bırakılmak suretiyle mesud kılınmıştır.

İslamın bütün müslümanları birbiri ile nasıl kardeş yaptığı hakkında fazla bir şey söylemek istemiyorum. Zira bütün dünya müslümanların nasıl birbirini sevdiklerini, birbirlerine muavenet, yardım ettiklerini bilir.Müslümanlıkta, zengin, fakir, soylu, köylü, memur, işçi, tüccar, herkes Allahu tealanın huzurunda birdir ve birbirinin kardeşleridir. Ben, hangi müslüman memleketine gitdiysem, kendimi kendi evimde ve kardeşlerimin yanında hissettim.

Son olarak şunu söyliyeceğim:İslamiyet, insanları bütün gün boyunca hem dürüst çalışmağa ve hem de Allahu tealaya karşı kulluk, ibadet vazifesini yapmağa davet eder. Bugünkü hıristiyanlık ise, insanları yalnız Pazar günü, güya dua etmeğe, diğer günlerde ise, Allahu tealayı tamamen unutarak, dünya işlerine, günahlara sevk eder.

İşte, bütün bunlar için müslüman oldum ve müslüman olduğum için iftihar ediyorum.

ENGLISH BIOGRAPHY

ABDULLAH ARCHIBALD HAMILTON
(G.B.)

(Sir Archibald Hamilton, a well-known British diplomat, served as a naval officer during the First World War. Coming from a widely known family, he possesses the title of baronet, (which means a candidate baron). He was honored with becoming a Muslim in 1923.)

Since reaching the age of puberty, I had been allured by Islam’s simplicity and crystalline limpidity. I had been born as a Christian and I had been given a Christian education. Yet I had never believed in wrong credal tenets, and I had always preferred truth, right and reason to blind beliefs. I had been aspiring to worship one Allah sincerely and with a peaceful heart. Yet, both the Roman Catholic Church and the English Protestant Church had been short of serving this pure intention of mine. It was for these reasons that I answered the call of my conscience and accepted Islam, which satisfied me fully, and only after that did I begin to feel myself as a true and better born slave of Allahu ta’ala.

Sad to say, various Christians and ignorant people have misrepresented Islam as a religion of falsities and concoctions that are intended to induce torpor into the humanity. But the fact is that it is the only true religion in the sight of Allahu ta’ala. Islam is a perfect religion which brings about unity between the powerful and the weak as well as between the rich and the poor. Economically, there are two main classes of people. The first class contains people whom Allahu ta’ala has blessed with worldly riches. The second class is made up of those who have to work for a living. There is yet another class. People in this class live in utter destitution because they cannot earn enough, because they have lost their jobs, or because they can no longer work, none of which cases is their fault. Islam enables all these three classes to come together in a harmonized society. It commands the rich to help the poor. It provides a social setting where humiliations and afflictions are extirpated.

The Islamic religion lays emphasis also on personal abilities, efforts and skills. According to the Islamic jurisprudence, if a poor peasant, for instance, cultivates an ownerless piece of land on his own for a certain length of time, the land becomes his personal property. The Islamic religion is not destructive, but it is restorative.

The Islamic religion prohibits gambling and all the other vicious and deleterious games. The Islamic religion prohibits also all sorts of intoxicants. Indeed, the majority of afflictions people suffer in the world are caused by gambling or alcohol.

We Muslims are not people who hold the belief that everything is a slave in the hands of destiny. Destiny in the Islamic sense does not mean to sit idly with your mouth opened in the celestial direction and to expect that Allahu ta’ala will give you everything. On the contrary, Allahu ta’ala enjoins work in the Qur’an al-karim. Man should do his best and hold fast to all the apparent causes; only after that will he put his trust in Allahu ta’ala. Not without working, but while working, should he beg Allahu ta’ala to help him for success and earning. The Islamic credal tenet which says that “good and evil come from Allahu ta’ala” means, “Allahu ta’ala is the Creator of all.” Islam does not contain a tenet encouraging people to idle away their time. Destiny means Allahu ta’ala’s knowing in the eternal past all the events that will take place and His creating everything when the time in His knowledge comes.

Islam never accepts a credo based on the belief that human beings are originally sinful, that they are born with sins, or that they have to expiate their sins throughout their lives. Islam states that human beings are the born slaves of Allahu ta’ala, men and women alike, and that with respect to mental and moral qualities the two sexes are not very different from each other. Only, because men are more powerful and stronger by creation, onerous and tiresome duties such as supporting the family have been given to them, while women have been blessed with a more comfortable, more cheerful and happier life.

I do not want to say much on how Islam establishes brotherhood among all Muslims. For the entire world knows how Muslims love and help one another. In Islam all people, the rich, the poor, the nobles, villagers, civil servants, workers, merchants, are equal in the presence of Allahu ta’ala, and they are brothers. Throughout my travels in the Muslim countries, I felt as if I had been in my own home and among my brothers, wherever I went.

A final remark I would like to add is this: Islam invites people both to work honestly all the day long and to carry on his acts of worship, his duties as a born slave to Allahu ta’ala. Today’s Christianity, on the other hand, induces into people a life style consisting in Masses in the name of worship only on Sundays and a complete oblivion of Allahu ta’ala covered with worldly occupations and sins throughout the rest of the week.

It was for these reasons that I became a Muslim, and I am proud of having become a Muslim.

Kategoriler: A
Benzer Biyografiler