Abidin Dino

ressam

1913 yılında İstanbul’da doğdu. 15 yaşına kadar İsviçre ve Fransa’da yaşadı. 1933 yılında D Grubu’nu kuran beş ressamdan biridir. Paris ve Leningrad’ta, sinemayla ilgilendi. Yardımcı yönetmenlik ve yönetmenlik yaptı. 1937 ve 1939 yılları arasında Paris’e gitti. Dnemin ünlü sanatçılarıyla tanıştı. 1940’lı yıllarda İstanbul’a geri dönerek Liman Ressamları (Yeniler) Grubu’nda yer aldı. 1951 yılında Roma’ya gitti, 1952 yılında Paris’e yerleşti. 1955 yılında ilk kişisel sergilerini Paris’te Galerie Kleber ve Galerie Camille Renaud’da açtı. 1955’ten sonra resimleri, Antib’deki Picasso Müzesi (1958), İtalya’da Musée de la Céramique (1990) de dahil olmak üzere Hollanda, İsviçre, Macaristan, Rusya, Almanya ve Yunanistan gibi çeşitli ülkelerde sergilendi. Dino’nun çalışmaları 1952 yılındaki 16th Venice Bienali, 1954 ve 1962’de Paris’teki Salon de Mai, 1964 yılında Türk Ressamlarının Paris Musée de l’Art Moderne sergisinde, 1987 1.İstanbul Bienalinde, 1989 yılında Londra Barbican Centre’da sergilendi. Dino’nun retrospektif sergisi 2007-2008 yıllarında Sabancı Müzesi tarafından yapıldı. 1993 yılında Paris’te vefat etti.

Abidin Dino’nun Resim Özellikleri

Dino’nun teknik ve estetik açıdan geniş bir yelpaze üzerine yayılan ve farklı dönemlerine ait çalışmalarını içeren resimlerinde, geçmiş ve gelecek, bugün, yaşanan çevre, dünya gerçekliği gibi, bir sanatçıyı ilgilendirmesi gereken yaklaşımların tümünü, ortak bir sanatçı mizacının derin kadrajları üzerinde izlemek mümkündür. Abidin Dino için sanat, geçmişten geleceğe uzanan ve sanatçının ilgi ve duyarlık alanını kapsayan her tür nesne ve oluşum, deneyim ve bilgi birikiminin tümüdür. O nedenle, sürekli bir arayış ve yenilenme, Dino’nun her dönemi için geçerli olabilmiştir. Resimleri, düşünsel ve görsel temeller üzerine oturur. Dönemsel çalışmaları birbirine bağlayan şey de, bu düşünselliğin ve görselliğin sürekliliği ve kendi içindeki organik ilişkisidir.

ENGLISH BIOGRAPHY

Dino was born in 1913 in İstanbul. After living in Switzerland and France, the artist returned to Turkey at the age of 15. Dino was among the five other painters to found the “D” Group in 1933. During 1937-1939, he lived in Paris and was acquinted with the famous artists of the time. Later in 1940, he returned to İstanbul and joined the “New” group, founded in the same year and participated in the famous Harbor Exhibition. In 1951, he went to Rome and Paris and after settling there, he had his first solo exhibition in 1955 at Galerie Kleber and later on at Galerie Camille Renaud in Paris. From 1955 onwards, he exhibited in various institutions, including a solo show at the Picasso Museum in Antibes, France (1958), Musée de la Céramique in Italy (1990) as well as in the Netherlands, Switzerland, Hungary, Russia, Germany and Greece. Dino also exhibited at the 16th Venice Biennial in 1952, at Salon de Mai in Paris in 1954 and 1962, 1st İstanbul Biennial in 1987, at a group show in the Barbican Centre in London in 1989; Turkish Artists Exhibition at Musée de l’Art Moderne in Paris in 1964. For Abidin Dino, art is the unification of experience, accumulated knowledge, all objects and formations of the artist from past into the future. Therefore, it is true for all periods of his work that constant search, change and renovation have been the essence of his work. The bond that connects his works of different periods is the continuity of intellectuality and visual quality and its organic interaction. Sakıp Sabancı Museum held a retrospective of Abidin Dino’s works. As well as being a painter, Dino was also a sculptor, author and a director. The artist passed away in 1993 in Paris.

HAKKINDA YAZILANLAR

A’dan Z’ye Abidin Dino
Derleme
Yapı Kredi Yayınları

“…Geçmiş günlerden bahsetmek zor iş zaten. İnsanoğlu acayip bir nesne. Yani ben hesapça kendimden bahsediyorum, ama hangi kendimden yani? Hesapça kendim denilen o sınırdan söz ederken sanki başka birini anlatıyormuşum gibi bir duygu geliyor. Yani kim? Kim o çocuk? Yani içimde kalmış birşeyler… Genç, delikanlı… Ve hep de bir zorlanma oldu. Bir tek kişi olmaya razı değildim. Belki resimlerime de yansıdı bir ölçüde bu. Hep aynı kişi olmama illeti. Hani ikide bir başka döneme giriyorum ya … Belki hep başka kişi olma gayreti var içimde.”

YORUM

Necip Fâzıl ve Abidin Dino
Beşir Ayvazoğlu
Zaman 15 Kasım 2012

Üzerinde çalışmakta olduğum bir kitap için şu sıralarda ressam Abidin Dino’yla da ilgileniyorum. Öteden beri önemsediğim ve Türk resminde çok özel bir yere sahip olduğunu düşündüğüm Dino’nun resimlerine -bilhassa desenlerindeki müthiş dinamizme- bayılırım. Mesnevi Şârihi Abidin Paşa’nın torunu, mensubu olduğu D Grubu’nun nasıl kurulduğunu anlattığı bir yazısında, grupta yalnız kendisinin akademik eğitim almadığını, Paris’te ünlü ressamların atölyelerine de hiç uğramadığını söyler. Hatta kübist ve post-kübist akımlara da pek ilgi duymamıştır; onun sanatının kaynakları -kendi ifadesiyle- hat sanatı, minyatürler, Bizans mozaikleri vesairedir.

1930’ların aydınları arasında henüz keskin bir ideolojik kutuplaşmanın bulunmadığını, birçok meselede ne kadar farklı düşünürlerse düşünsünler, her zaman bir araya gelip tartışabildiklerini unutmamak gerekir. Türkiye’de özellikle kübizmin temsilcileri olarak ortaya çıkan D Grubu’nun baş destekçileri arasında Necip Fâzıl’la Peyami Safa’nın da bulunduğunu söylersem ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Bu grubun ilk sergisinin katalog yazısı Peyami Safa tarafından yazılmış, üçüncü sergisinin açılış konuşması da Necip Fâzıl tarafından yapılmıştı. Necip Fâzıl’ın “Beklenen Sanatkâr” isimli yazısı, bu meşhur konuşmanın metnidir.

Necip Fâzıl’ın Abidin ve ağabeyi Arif Dino’yla -o da önemli bir şair ve ressamdır- 1930’ların başında yediğinin içtiğinin ayrı gitmediğini Babıâli’de anlattıklarından biliyoruz. 1934 yılında, Eyüpsultan’daki Kaşgarî Dergâhı’na Abidin Dino’yla birlikte gittiğini, onun bu ziyaret sırasında yaşadıklarından çok etkilendiğini de O ve Ben’de anlatır. Ancak bu etki Marksist çevrelerle ilişkisi daha sıkı fıkı olan Dino’da fazla devam etmeyecek, Necip Fâzıl’ınsa hayatını ve istikametini bütünüyle değiştirecektir.

Tasavvufa yöneldikten sonra, eski çevresiyle ilişkileri ister istemez zayıflayan Necip Fâzıl, 1936 yılında Ağaç dergisinde bir araya getirdiği dostlarıyla yollarını yavaş yavaş ayırır. Daha doğrusu dostları ondan hızla uzaklaşmaya ve şiirlerini beğenmemeye başlarlar. Sadece Abidin Dino, “Sabık Şair”in Senfoni şiiri etrafındaki “sükût senfonisi”ni ağır bir biçimde eleştirmiş ve çok beğendiği bu şiirin Necip Fâzıl’a, daha doğrusu onun yeni duruşuna karşı “isyan bayrağını çeken şiir” olduğunu iddia etmiştir. Necip Fâzıl’a karşı Senfoni şiiriyle birlikte cephe aldığını söyleyen Dino’nun şu cümleleri ilgi çekicidir:

“‘Gece bir hendeğe düşercesine’ Kısakürek’in kucağına düştüğü dünya benimkine düşman. Elimde -haberi olsun- müthiş bir silah var: Senfoni. Zaman içinde eser mi galip gelir, sanatkâr mı, görürüz.”

Abidin Dino, bunları Serveti Fünûn-Uyanış dergisinin 23 Kasım 1939 tarihli sayısında çıkan “Senfoni, Necip Fâzıl’a Karşı İsyan Bayrağını Çeken Şiirdir” başlıklı yazısında söylüyor. Bu da artık ideolojik olarak karşı kutuplarda yer alsalar da, birbirlerini hâlâ sevdiklerini ve takip ettiklerini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Necip Fâzıl’ın da, Babıâli’de yazdıklarının satır araları iyi okunursa, Dinolara sempatisinin devam ettiği anlaşılır.

Çok iyi bildiğimiz bu arkadaşlığın Yapı Kredi Yayınları arasında çıkan A’dan Z’ye Abidin Dino (2000) adlı kitapta nasıl anlatıldığını merak ettim, açıp baktım. Yok, Necip Fâzıl yok… D Grubu maddesine baktım, onda da yok… Peki, Peyami Safa? Kitabın yazarı, onu da Dino’nun hayatından çıkarmayı tercih etmiş. Necip Fâzıl’ın ismi sadece “Babıâli” maddesinde ve bu maddede kullanılan, Dino’nun Necip Fâzıl ve Peyami Safa’yı Fikret Adil’le birlikte gösterdiği karikatürünün alt yazısında zikrediliyor.

Kötü biyografi yazarı, kendini hayatını yazdığı kişinin taraftarı veya düşmanı olarak konumlandırır; böyle yazarlar hoşlarına gitmeyen ayrıntıları gizler, gizleyemezlerse değiştirirler. Necip Fâzıl’ı, Nâzım Hikmet’i vb. sevmiyor musunuz, ona ideolojik olarak düşmanlık hisleriyle mi dolusunuz, yok sayıverirsiniz. Tabii gerçekler siz yok saydığınız için yok olmaz; bir gün birisi çıkar, pat diye yüzünüze vuruverir, vesselam.