Prof. Dr. Ahmet Özer, 1960’ta Van’da doğdu. İlk, orta öğrenimini Van’da, lise eğitimini Diyarbakır’da bitirdi. 1986’da Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden birincilikle mezun oldu. Hacettepe Üniversitesi’nde sosyoloji alanında, ODTÜ’de ise “Bilim ve Siyaset Felsefesi” alanında olmak üzere 2 master yaptı. 1999’da doçent oldu, bu yıl ise profesör. Süleyman Demirel Üniversitesi’nde Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi. Kan davası, Güneydoğu’nun sosyo ekonomik yapısı, İsrail’deki Kibutz ve Moşhavlar ile GAP Bölgesi’nin karşılaştırılması, bölgenin geleneksel yapısı ve kalkınma süreci, bölgedeki yerel yönetimlerle ilgili çalışmalar yaptı.
ESERLERİ:
“GAP ve Sosyal Değişme”, “Güneydoğu Anadolu ve GAP Gerçeği”, “Sosyal Bir Varlık Olarak İnsan”, “Modernleşme ve Güneydoğu”, “11 Eylül – ABD ve Küreselleşme”, “Tanzimat’tan Günümüze Batılılaşma ve AB”, “Doğu’da Aşiret Düzeni ve Brukanlar”, “Kentleşme ve Yerel Yönetimler” isimli bilimsel çalışmalarının yanı sıra Şehrivan isimli bir de romanı yayınlandı.
XXX
SÖYLEŞİ
Sovyet subaylığından TBMM’ye
Röportaj: Seda ŞİMŞEK
Bugün 14 Haziran 2009
Özer, Doğu ve Güneydoğu’da aşiret, kan davası, töre, göç, kadın ve erkek ilişkileri gibi konularda yaptığı ilginç çalışmalarla tanınıyor.
Prof. Dr. Ahmet Özer, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da aşiret, kan davası, töre, göç, kadın ve erkek ilişkileri gibi konularda yaptığı ilginç çalışmalarla tanınıyor. Özer ile “Kürtler’in aşkını, göçlerini, törelerini” konuştuk.
Kürt toplumunda kadının yeri konusunda yerleşik görüşlerin dışında tezleri olan Özer, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşanan destansı aşkları, kara sevdaları anlattı. Brukan Aşireti’nin bir aşk sonucu nasıl yerini yurdunu terk edip göç ettiğini, 300 yıl başka diyarlarda yaşayıp Türkiye’ye döndüğünü de Özer’den dinledik.
Bakü’de Harp Okulu’nu bitirip, Türkiye’de Meclis Başkanlığı görevine kadar yükselen Brukan Aşireti’nin lideri Kinyas Kartal’ın bir Rus Generalin kızı ile yaşadığı dillere destan aşk öyküsü ve Kinyas Kartal’ın portresi büyüleyiciydi…
Prof. Dr. Ahmet Özer yıllarca Sovyet askeri birliklerinde görev yapan Kinyas Kartal’ın hikayesini anlattı…
RUS SEVGiLiSiYLE KAÇIP AŞiRETiN BAŞINA GEÇTi
Troçki’nin emriyle Kızılorduya girdi. Ancak aşık olduğu Rus generalin kızıyla ölüm tehlikesini göze alıp Türkiye’ye kaçtı. Bir Osmanlı subayı yüzünden 300 yıl sürgün yaşayan aşiretinin başına geçti. Meclis Başkan vekilliğine kadar yükseldi…
“Şehrivan” isimli romanınızda 2 Kürt gencin aşkını anlatıyorsunuz.
Şehrivan, bölgenin yaşam pratiklerini içeriyor. Bölgedeki atmosferde geçen bir aşkı anlatıyor, ama aynı zamanda1980 öncesi siyasal atmosfer, 1976 Muradiye – Çaldıran Depremi, öğrenci olayları Van – Hakkari – Diyarbakır üçgeninde anlatılıyor.
Bölge coğrafyası aşklara nasıl yansıyor?
Bu coğrafyada güzeller güzeli Van Gölü uzanmaktadır. Bu nadide gölün dört bir tarafında ise başı karlı dumanlı dağlar yükselmektedir. Buradaki dağlar denize aşıktır.
Yüzyıllardır eğilip öpmek istiyorlar bu denizi, ama öpemiyorlar. Çünkü, dağlar eğilemiyor. Sonra, başlarındaki karları, bağırlarındaki hasretle eriterek, küçük derecikler şeklinde Van Gölü’ne akıtıp, onunla öyle halvet oluyorlar. Bölgedeki birçok aşk da böyle hasretle yaşanmakta, ama kavuşamadan bitmektedir.
Brukan film olacak
Sizin bir de bir aşk ve göç öyküsünü içeren çalışmanız var.
Yüksek lisans tezimi benim de mensubu olduğum Brukan aşireti üzerine yapmıştım. Daha sonra bu çalışmayı genişlettim. İstanbul’da bir yapımcı firma bu kitabın bir sinema filmi senaryosunu hazırladı. “Brukan Göç” adıyla filmi çekilecek. Bu bir dönem filmi olduğu için yüksek bir bütçe çıktı ortaya.
Henüz bunu sağlayamadıkları için film çekimlerine başlanmadı. Tarık Akan ile görüştüm. Filmde oynayabileceğini söyledi. Yapımcı Sean Connery ile görüştü. Ozan Şıvan ile de görüşüldü. Film gerçekleşirse bu kültürü bütün dünyaya tanıtmış olacak.
Çalışmanızda Brukan Aşireti’nin bir aşk yüzünden nasıl yollara düştüğü anlatılıyor.
Brukanlar 1600’lü yıllarda Karacadağ’da yaşıyorlar. Osmanlı zabitinin emrindeki bir grup asker oradan geçerken Şemdin Bey’in obasına konuk olur. Şemdin Bey, izzet-i ikramda bulunur. Ancak, müfrezenin komutanı Şemdin Bey’in dillere destan güzel kızını çadırın önünden geçerken görür ve gönül koyar. Geleneklere uymayan bir biçimde onu ister.
Şemdin Bey kızı vermez mi?
Şemdin Bey ve ailenin ileri gelenleri geleneklerinde böyle kız istenmeyeceğini, zaten dışarıya da kız vermediklerini anlatırlar. Ancak, Osmanlı’nın çöküşte olduğu, herkesin kendisini baş saydığı bir dönemde bu zabit de her istediğini elde edebileceğine güvenerek Şemdin Bey ve aşiret üzerinde baskı kurup kızı zorla almaya çalışır. Şemdin Bey belayı defetmeye çalışır, ama gençlere engel olamaz. Çıkan çatışmada komutan ile beraber birkaç tane asker ölür. Bunun üzerine aşiretin yönetim kurulu gibi çalışan Gelavi toplanır ve göçe karar verir.
Kız göç sırasında ölür
Göç mü ettiler?
Çadırlar çözülür, denkler yapılır, kadınlar ve çocuklar önde uzun ve meşakkatli geçecek göç başlar. Bu göç Karacadağ’dan başlar Diyarbakır üzerinden Bitlis Vadisi’nden geçerek Kars Aralık’ın Dil Bölgesi’ne gelir. Göç esnasında büyük kayıplar yaşanır.
Çığ düşer, kurtlar saldırır, kışa doğru geçtikleri vadilerde buzlar kırılır, insanlar buralara düşerek boğulur. Ölenler arasında Şemdin Bey’in kızı da vardır. Göç Dil Bölgesi’ne vardığında Şemdin Bey ölür, aşiretin bir kısmı doğuya bir kısmı ise kuzeye gitmek ister. Kendi aralarında anlaşamayınca ayrılırlar. Doğu’ya gidenler İran’ın Maku ve Hoy kentlerine, kuzeye gidenler de Erivan ve çevresine Elegez Yaylaları’na yerleşir.
Geri dönüş başları
Hâlâ oralarda mı yaşıyorlar?
Yaklaşık 300 sene buralarda yaşayan aşiret 1917’de Lenin’in ihtilal yapmasından sonra Ermeniler ile yaşadıkları problemlerden dolayı geri dönmeye karar verir. Lakin bir sorun vardır; Aşiret reisinin oğlu Kinyas Bey Bakü’de Harp Okulu’nda okumaktadır. Aşiret mecburen onu bırakır ve Türkiye’ye döner.
Dönenlerin bir kısmı yol üzerindeki Iğdır’da, Kars’ta, Ağrı’da kalır. Ama, aşiretin büyük kısmı olan Koçbaşı, Van’a yerleşir. İran’da Maku ve Hoy’a gitmiş olanlar da Rusya’daki akrabalarının geri döndüğünü duyunca ata baba topraklarına geri dönerler. Van, Muradiye, Özalp ve havarisine yerleşir.
Kinyas Bey’e ne oldu?
Kinyas Bey bir süre sonra onların peşinden gitmeye karar verir. Ama, Troçkin’in kurmakta olduğu Kızılordu’ya girmesi için Moskova’ya çağrılmıştır, öte taraftan kendisini seven Rus bir generalin kızı vardır. Kinyas Bey kaçmaya karar verince Rus kızına meseleyi açar, kız “Ben de seninle geleceğim” der. Kızla Kinyas Bey yola düşüp Elegez Yaylaları’na kadar gelirler. Kinyas Bey sora sora gidenlerin izini bulur.
Rus kızla birlikte Aras Nehri’nden Türkiye’ye doğru Türk filmlerine taş çıkartacak bir kaçışı gerçekleştirirler. Kinyas Bey zamanla aşiretin başına geçer, parlamentoya girerek yıllarca milletvekilliği yapar, Meclis Başkanvekili dahi olur. Onunla beraber gelen Rus kızının ismi Leyla olur, yıllarca Türkiye’de yaşadı. Anne babasını görmeden aşkı uğruna Türkiye’de ölüp gitti. Kinyas Bey de 1992’de vefat etti. Van’da mahşeri bir kalabalıkla cenazesi köyüne defnedildi.
1980 darbesi PKK’nın çıkışına sebep oldu
Darbenin meşru zeminde siyaset yapmalı ortadan kaldırdığını söleyen Özer, “Darbe ve Diyarbakır Cezaevi’ndeki uygulamalar PKK’nın güçlü biçimde ortaya çıkmasında önemli bir rol oynadı” dedi…
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da 1980 öncesinde ve 1980 sonrasında ortaya çıkan siyasi yapıyı sosyolojik anlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?
1980 darbesinin bütün Türkiye’ye olduğu gibi bölgeye de çok büyük zararları ve olumsuz etkileri oldu. Binlerce kişi bu süreçte öldürüldü, tutuklandı, sürüldü ya da işinden gücünden edildi. Meşru zeminde siyaset yapma olanağı ortadan kaldırıldı. Bu kez yasal olmayan yollardan hak arama gündeme geldi. 1980 darbesi ve ardından Diyarbakır Cezaevi’ndeki uygulamalar bir yerde 1984’te PKK’nın da güçlü biçimde ortaya çıkmasında önemli bir rol oynadı.
Sosyal yaşamda ne tür değişiklikler oldu?
Acılar, travmalar, kan, gözyaşı bütün bunların yarattığı vasatın içinde intiharlar ve en önemlisi de göçlerin yaratmış olduğu sorunlar var. Bu bağlamda kentlerde sosyolojik sonuçlar ortaya çıktı. Memo Dayı kentin lüks caddelerinde Mehmet Beyler’i gördü, bu Mehmet Beyler’in işi, arabası, kravatı var. Memo Dayı, Mehmet Bey gibi olmak istedi, ama sosyal, ekonomik ve eğitsel konumu buna el vermedi. Memo Dayı, Memo Dayı olmaktan çıktı, ama Mehmet Bey de olamadı, arada kaldı. İşte bugün sosyolojik açıdan kentlerimizin en büyük sorunu, varoşlarında yaşanan bu büyük trajedidir. Bu arada kalmanın yaratmış olduğu yabancılaşmadır.
Büyük umutlarla ve can havliyle göç ve kaç hareketleri ile kentlere gelenlerin umutları kısa sürede kentlerin beton bariyerlerine çarparak tuzla buz olmaktadır.
Aşiretler üzerine çalışmalarınız var. Aşiret nedir, nasıl bir örgütlenme modelidir?
Aşiret kan bağı esasına dayalı bir örgütlemedir. Altında kabile, oba, zoma, çadır ve büyük aile hanedan aile dediğimiz alt örgütlemeler vardır. Başlangıçta doğaya ve rakip aşiret ve kabilelere karşı kendilerini korumak için bir araya gelmiş olan bu yapı günümüzde siyasal rantın aracı gibi konularda kullanılıyor ki bu yanlıştır.
Aşiret yapılanması çok eski yıllardan geliyor, hepsi çok eski midir?
Eskiden gelen aşiretler olduğu gibi yeni aşiretler de ortaya çıkmaktadır. Bir babadan ayrılan çocuklardan birisinin silah, ekonomi ve nüfus olarak güçlenmesi sonucu yeni bir kol meydana gelir. Bu kol giderek süreç içinde kabileye dönüşür. Çeşitli kabilelerin biraraya gelmesiyle de aşiretler oluşur.
Aşiretlerin kuralı töredir
Aşiretlerde kurallar var mıdır?
Aşiretlerde yazılı hukuk yoktur, yazılı olmayan bir hukuk söz konusudur, buna töre denir. Aşiret mantığında kendini koruyabilmek, yaşamını devam ettirebilmek için birlikte saldırı ve birlikte savunma mekanizması gelişmiştir.
Birlikte savunma ve birlikte saldırı mekanizması kan davalarında görülüyor sanırım.
Kan davası bu mantıkla işler. O nedenle kan davası suçu işleyenle sınırlı kalmaz, bütün aşireti hedef alır. Hedef alınan aşiret de topyekûn karşı bir saldırıya geçer. Saldırı da savunma da topyekûndur.
Kan davalarının sebepleri nelerdir?
Ekonomik ve sosyal sebepleri görürüz. Ekonomik sebepler daha çok tarla anlaşmazlıkları, sınır anlaşmazlıkları ve ihlalleridir. Çocuk kavgalarının dahi zaman zaman kan davası sebebi olduğunu biliyoruz. Sosyal sebepler ise daha çok kadın, namus mefhumuna dayanmaktadır. Kadın üzerinden işleyen bir erkek egemen yapı söz konusudur. Kan davası genellikle “telkin geleneği” ile sürer gider.
Kadınları çok daha laiktir
Aşiretlerde nasıl bir işleyiş söz konusudur?
Her aşiretin bir reislik kurumu ve bir reisi vardır. Bunlar daha çok kamucu toplum biçimine yakındırlar. Otoriteye bağlılık, mutlak itaat, doğuştan gelen statü ve biz duygusuna dayanan ilişkiler yaşama biçimine hakim olan davranış biçimleridir.
Aşiretlerde kadının yeri nedir?
Çok enteresan bir durum söz konusudur. Kadın aşiret toplumunda daha laiktir. Mesela, erkeklerin elini sıkar, çobanlara ve hizmetçilere görevler verir, göçü yönlendirir ve refakat eder. Ama, aynı kadın şehrin varoşlarına geldiğinde, dört duvar arasına sıkışır, pısar kalır.
Aşiretlerde bir çözülme söz konusu değil mi?
Son yıllarda bazı gelişmeler aşiretçiliği çözülme ile karşı karşıya bırakmıştır. Bunlar, yerleşik hayata geçme, sanayileşme, kentleşme, kitle iletişim ve ulaşım olanaklarının artması ve aşiret mensuplarının da bunlardan etkilenmesidir.
Doğu bir aşk coğrafyasıdır
Kürtler aşkı nasıl yaşar?
Kürtler geçmişte aşiret yapılanması şeklinde yaşadıkları için aşkı da buna uygun şekilde yaşamışlardır. Çok kara sevda, çok aşk destanı vardır. Ünlü Kürt edebiyatçı Ahmedi Xani’nin Me-ü Zin eseri esasında bir aşk hikâyesidir. Derveş-ı Evdi, Siyabend ile Xece, Ker Kulık gibi bir çok aşk destanı yaşanmıştır bu coğrafyada. Bu coğrafya esasında bir aşk coğrafyasıdır.
Bu aşklarda kadının yeri nedir?
Kadın çok önemli bir unsurdur. Örneğin, törede erkeğin bıyığına, kadının saçına ve atın kuyruğuna dokunulamaz. Bunlar kan nedenidir. Kadına o kadar çok önem verilir ki, bir kavga olduğu zaman kadın yazmasını kavganın ortasına attığında kavga edenler durur. Kan davasında bile kadınlara ve çocuklara dokunulmaz. Ancak, bu yaşam pratikleri yavaş yavaş modernleşmeyle birlikte terk edilmektedir.