X

Ahmet Turan Alkan

Ahmet Turan Alkan

gazeteci, yazar

akademisyen

1954 yılında Sivas’ta doğdu. İlk ve orta tahsilini Sivas’ta tamamladı. 1978 yılında SBF’nin İdare ve Siyaset Bölümü’nden mezun oldu. Bu esnada Sivas’ta üç yıl süreyle mahalli basında çalıştı. Çeşitli dergilerin yayınlanmasına katkıda bulundu. 1980 yılında askerlik hizmetini Tatvan ilçesinde yedek subay olarak yerine getirdi. Üç yıl serbest çalıştıktan sonra 1985’de Cumhuriyet Üniversitesi’ne girdi. 1987’de yüksek lisans eğitimini, 1991’de doktora çalışmasını tamamladı. 1993’de yardımcı doçentliğe atandı. 1994 yılında Cumhuriyet Üniversitesi bünyesinde kurulan İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi’ne geçti. Evli ve iki çocuk babasıdır. Türkiye Günlüğü, Tarih ve Toplum, Dergâh, Türk Edebiyatı ve Yeni Türkiye dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

ESERLERİ:

1.Birinci Meşrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset, Cedit Yayınları, Ankara, 1993, (Doktora tezi)
2. İstiklâl Mahkemeleri, Ağaç (Alternatif Üniversite) Yayınları, İstanbul, 1993
3. Doğu ve Batı Karşısında Cemil Meriç, Akçay Yayınları, Ankara, 1994, (Yüksek lisans tezi)
4.Yatağına Kırgın Irmaklar, Ötüken Yay., İstanbul, 1997.
5.Altıncı Şehir
Üniversite yılları sayılmazsa hep Sivas’ta yaşamış ve sevdiği şehri bütün hurda teferruatı ile tanımış bir aydın olan Ahmet Turan Alkan, folklorla sınırlı kalmayıp Türkiye’de yaşanan büyük değişmeyi Sivas bazında incelemiş olmak bakımından diğer şehir tarihçilerinden ayrılır. Altıncı Şehir, bu bakımdan sadece Sivas’ın değil, bütün Türkiye’nin hikâyesidir.

6.Ateş Tecrübeleri
Ahmet Turan Alkan, bir prototip, bu toprağın değerlerine sımsıkı bağlı, fakat ufku sonsuzluk ölçeğinde açık, içinde yaşadığımız çağın ve Türkiye’nin bütün meselelerini derinliğine kavramış yeni Türk aydınının prototipi… Ateş Tecrübelerinde bunu göreceksiniz.

7.Üç Noktanın Söylediği
Üç noktanın ima ettiğini, yeri gelir, bütün bir edebiyat şerhten âciz kalır. Nokta dediğimiz, adı üstünde noktadır işte. Geometrinin başlangıç yeri, sözün sonudur. “İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttılar” sözü, size noktanın basitliğinde gizlenen olgunluk ve mükemmeliği çağrıştırabilirse de, sıradan üç noktanın ima ettiği mutlaka daha fazla birşeydir. Çünkü üç nokta arasındaki mesafaye kendinizi koyabilirsiniz; hayalhanenizi, hislerinizi ve tasavvurlarınızı. Üç noktalık bir hacmi siz inşa eder ve orada kendinizi tarif edebilirsiniz.

8.Ubeydullah Efendi’nin Amerika Hatıraları
Sıradışı Bir Jön Türk
Ahmet Turan Alkan
İletişim Yayınevi / Anı Dizisi

Ubeydullah Efendi (1858 – 1937), sarıklı-cübbeli bir Jön Türk’tü. Onun çelişkilerle dolu kişiliği, Jön Türkler’in türdeşlikten ne kadar uzak oldukları hakkında fikir vericidir. II. Abdülhamid, Ubeydullah Efendi’yi (bugünkü Libya’nın güneyinde, Büyük Sahra’da bulunan) Taif’e sürmüş, İttihat ve Terrakki ise İkinci Meşrutiyet’te üç defa mebus seçtirmişti. Ubeydullah Efendi ayrıca hapse de girdiği (“Sultan Hamid devrinde bir buçuk sene hapis, beş bucuk sene nefiy, on sene kaçak olduğumuz için tecrübe-i didegandan sayılıyoruz”) Abdülhamid döneminde sultana jurnaller vermiş, İttihatçıları kıyasıya eleştirmiştir. Mütareke’de (iki kere) Malta’ya sürülmüş, Cumhuriyet’te Beyoğlu Evlendirme Memuru olmuştur. 1931 ve 1935’te, dönemin tek partisi CHP’nin Beyazıt milletvekilliğinde bulunmuştur.

GÖRÜŞ

Evet, düpedüz kof bir ‘medeniyyet’ tasavvuru
Ahmet Turan Alkan
Zaman 14 Haziran 2014

Her cuma hutbesinden sonra hoca, mûtad Arapça dua faslında, “Ya Rabbi, Müslüman ve muvahhid askerlerine zafer nasib eyle” mânâsında şeyler söyler, cemaat de yürekten “Amin” derdi. Dün, amin demezden evvel aklıma takıldı: ‘Cüyûş’el-Müslimin’ kimdir şimdi; kimin zaferi için âmin demeli; “Allahumme’nsur’ul-İslâme ve’l-Müslimîn” niyazının kapsamını nasıl tayin edeceğiz?

Kimdir İslâm askeri: Musul Başkonsolosluğu’nda kıstırılıp rehin alınan özel harekâtçılarımız mı, o binayı tanklarla çevirerek en basit diplomatik hukuku kirleten IŞİD militanları mı; “Geliyorlar!” sözünü duyunca ışık hızıyla üniformasını sıyırarak savunmaya yemin ettiği topraktan firar eden merkezî Irak ordusu mu, yoksa şehri savunmak için Kerkük’e gelerek mevzilenen Kuzey Irak’ın Peşmerge gücü mü?

Yahya Kemal, Büyük Taarruz öncesinde, “Galib et çünkü bu son ordusudur İslâm’ın” diye yakardığında kimi ve neyi kastettiği belliydi ve İslâm’ın son ordusu tâbirinin bir hakikati vardı. Sonraları pek çok İslâm ordusu olduysa da maalesef hakikati kalmadı. Politik kültürümün yetersizliğini bağışlayınız, bölgede hemen her topluluğun afralı-tafralı sıfatlarla müzeyyen fiyakalı isimler taşıyan silahlı güçleri, orduları (!) filan var; onlar da kâğıt üstünde İslâm askeri! Henüz ve –çok şükür ki- denkleme girmeyen Türk ordusunu saymadım bile…

Kavramı ışığa tutup içine bakıyorum; bomboş. Hangi güzel kelimeye sarılmışsak suyunu çıkarmışız; Müslümanların dayanışması, kardeşliği, birliği vb. gibi kâğıt üstünde pek heyecan verici, pek afili duran kavramların bir başka olmayan coğrafyada, yani İslâm coğrafyasında karşılığı yok.

IŞİD’in bayrağına dikkat ettiniz mi hiç; Kelime-i Tevhid ibâresi var. Vara-yoğa, sağa-sola, hatta araba tamponlarına bile çiziktirerek lâçka etmediğimiz dini sembol kalmadı ve işte şu nükte nihayet kalın kafama dank etti ki, mesele lügatsizlik değildir. Hazreti Kur’an, sadece lâfz-ı Celâl’den ibaret değil, aynı zamanda İslâm lügati. Dünyanın en iyi korunmuş kitabı ve sözlüğü, İslâm kültürünün ansiklopedisi; temel kavramları bir ağacın meyvesiyle kökleri arasındaki ilişkiyi anlatırcasına çok boyutlu bağlantılarda tahkim eden kitap. Kitap mahfuz ve mazbut; anlam da öyle fakat ondan ne anlaşılması gerektiğinde mutabakatımız yok. Aynı âyetlere rabten birbirini katl ve tekfir eden ‘Cüyûş’el Müslimin’i görünce insanın kanı donuyor. Bunlar ceyş, ne de müslim!

İkbâl miydi, “Kaç bu Müslüman’dan, sığın bu Müslüman’a” demişti hani; şerlerinden kaçılacaklar belli de, sığınılacaklar nerede?

Müslümanlık, İslamcılıktan çektiğini ehl-i sâlipten çekmemiştir. İslâmcılık tâbiriyle, din üzerinden iktidar kavgası veren irili-ufaklı, şahsından örgütüne, örgütünden devletine bütün yapıları kasdediyorum.

Başlangıcı itibarıyla kötü anlaşılması ve berbat yorumlanmasına rağmen Türkiye, Müslüman kimlikli bir demokratik-laik devlet olmak avantajını iyi değerlendiremeyerek hızla Ortadoğululaştı. İslâmcı, fetihçi ve emperyal karakterde kof –evet, düpedüz kof!- bir ‘medeniyyet’ tasavvuru çizgisinde kendini ve istikbâlini değersizleştirdi. Bu yaklaşım bugün itibarıyla devlet yapısını partileştirmek ve üç çeyrek asır sonra yeniden tek parti devleti modeline dönmek kâbusuyla Türkiye’nin mafsallarını kireçlendiriyor. Devleti ele geçirmek hülyası, devletin partiyi ‘temessül’ etmesine doğru evrildi.

O beğenmediğimiz ‘monşerler’ döneminde, -beğenmesem bile- Türk hariciyesinin kendine mahsus bir karakteri vardı. Hariciyeyi dönüştürmek uğruna dış ilişkiler, istihbarat kurumunu dönüştürmek yolunda devletin haber alma ve işleme reflekslerini işlemez hale getirildi, battal edildi. Bu iki kurum, zorlu krizlerde tersinden bir ‘istikrar’ isbatıyla kendilerine açılan krediyi çarçur ettiler.

Yenilen oyuna doymazmış; uzatmalardayız.

YORUM

MHP’nin ontolojik açmazı
Ahmet Turan Alkan
Zaman 9 Kasım 2015

MHP’yi destekleyen bir gazetenin manşetindeki cümle, her şeye rağmen MHP’ye oy veren veya verebileceği halde kahırla başka partilere yönelen MHP’yi seçmenin duygularını birebir yansıtıyor: “Tepki MHP’ye değil Bahçeli’ye”

Şöyle düşünüyorlar: ‘MHP, diğer partilerden biri değildir; Türklüğün tarih içinde devamlılığını şimdiki zamanlarda temsil eden en yüksek fikir, en temiz semboldür. Müessesenin kendisi doğru, fakat yöneten kişi yetersiz…’ Tam da bu gerekçeyle, her şeye rağmen yine de partisine sadık kalan veya eli titreye titreye başka birilerine oy veren insanlar tanıyorum. Tam da böyle düşünüyorlar ve bu yüzden MHP’ye oy verenler arasında bile Bahçeli’ye kızan, yetersiz bulan çok insan var.

MHP’yi, sanki devletin ta kendisi gibi görüyorlar. Devletinizden memnun olmayabilir, eleştirebilirsiniz fakat devletsiz bir durum tasavvur edemezsiniz; öyle bir şey.

Ben o fikirde değilim. MHP’lileri ilgilendiren bir konu hakkında ‘Şöyle olmalı, böyle olmamalı’ diyerek kenardan ahkâm kesmek hem sevimsiz bir iş, hem üstüme vazife değil. Yine de bu partiyi kuruluşundan beri takib eden, bir miktar da olsa vaktiyle desteklemiş biri olarak fikirlerimi yazacağım. Kızanlar, ‘Bu adam doğru söylüyor olabilir’ diye düşünenlerden daha fazla olabilir. Ne siyasetin herhangi bir aktöründen ne de hasseten MHP’den –çok şükür- beklentim olmadığı için daha önceden parça-bölük halinde yazdığım tesbitleri toparlamak istiyorum.

MHP’nin temel meselesi liderlik değildir. MHP’nin temel meselesi bizzat MHP’dir.

MHP, Türk Milliyetçiliği fikrini, hayli yetersiz bir malzeme ve yorumla doktrine ederek siyasi zemine taşıma fikrinin patentine sahiptir ve patent ona artık yük olmaya başladı. Yıllardan beri naçizâne ‘Türk milliyetçiliğinin siyasette temsili’ fikrine önemli eleştiriler yönelttim ve tıpkı siyasi İslâm’ın siyasette temsiline karşı çıktığım gibi MHP’nin yanlış ve haksız bir nokta-i nazardan siyasette kurumlaştığına işaret ettim. Bu açıkça haksız bir rekabet durumuydu. Aynı haksız rekabeti yıllarca Milli Görüş partileri kendi kulvarında sürdürdüler ve sürdürmekteler. Burada MHP’nin temel meselesi kendi varlığının sebebine dairdir, ontolojiktir. MHP’liler yıllardan beri bu partide toplananların diğerlerinden daha çok ülkeyi ve bayrağı seven, bölünmezliğine değer veren kişiler oldukları gerekçesiyle halktan oy istediler ve aldılar. Bana göre bu vasıflar siyaset kulvarında meziyet değil, asgari şarttır. MHP, bu asgari şartın üstüne, diğer insanları MHP’ye celbedecek inandırıcı ve elinden iş gelir bir kadro, bir politik proje zenginliği koymayı düşünmedi. Modern mânâda siyasi bir parti olmak yerine, memleketin ‘yangın köşesi’, ‘deprem çadırı’, ‘karakol’u olmayı yeterli buldu. Seçmenler de şöyle baktılar meseleye: “MHP ülkenin bölünmezliği için sigorta poliçesi gibidir, bu fona yüzde 10-20 bandında prim yatırılabilir ama ondan daha fazlası değil!”

Bu tesbitin isabetine inanıyor ve eğer iktidar olmak gibi bir amaç takib ediliyorsa MHP’nin artık ‘Yangın köşesi’ değil, siyasi bir parti olması gerektiğini düşünüyorum.

Devlet Bahçeli değiştirilir veya yoluna devam eder; MHP’lilerin bileceği iş. Bana göre ‘O değil ama evet bu kişi, MHP’nin varlık sıkıntısını giderebilir’ denilebilecek bir isim görünmüyor ve zaten bu nitelikleri haiz birinin, MHP’ye ‘içerden’ ontolojik tenkid geliştirecek derecede eleştirici olacağı için parti içinde barınması imkânsızdır. MHP, değil böylesini, bu ihtimâli hissettirebilecek cılız ışıkları bile ânında bastırıp kapıdışarı etmesiyle haklı bir şöhret edinmiştir.

Eskiden Ülkücüler, “Lider, Doktrin, Teşkilat” üçlemesini ciddiye alırdı. MHP’nin iktidar heyecanı uyandırabilmesi için bana göre ‘teşkilat’ı dışında her şeyi duru ve akılcı bir zihinle ele alıp tartışması gerekiyor ve bu noktada kesinlikle iyimser olmadığımı belirtmek isterim.

Kategoriler: A
Benzer Biyografiler