yazar, çevirmen
17 Ağustos 1954 tarihinde Niğde’de doğdu. Lise eğitimini Niğde ve İstanbul’da tamamladı. İstanbul Eğitim Enstitüsü Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Çeşitli yayın kuruluşlarında ve kurumlarda çevirmen olarak çalıştı. Akademik tarih kitapları yayınlamak amacıyla Selenge Yayınevi’ni kurdu. Arapça, Fransızca, İngilizce ve Rusça biliyor. Başta Özbekçe olmak Türk lehçelerinden de çevriler yapıyor.
ESERLERİ:
* 1200 Yıllık Sürgün
(Türk Sözünün Hazin Serüveni)
Ahsen Batur
Selenge Yayınları
Türk kelimesi, Gök-Türk Devleti’nin yıkılmasından Jön-Türklerin kuruluşuna kadar yaklaşık 1200 yıl boyunca Türkler tarafından hiç kullanılmamış ve kelime adeta Türkler tarafından sürgüne gönderilmiştir. Osmanlı, İstanbul’un fethinden sonra Müslüman Roma İmparatorluğu idi.
Ziya Gökalp, “Bu milletin yakın zamana kadar kendisine mahsus bir adı yoktu. Tanzimatçılar ona: ‘Sen yalnız Osmanlısın. Sakın başka milletlere bakarak sen de milli bir ad isteme! Milli bir ad istediğin dakikada Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına sebep olursun’ demişlerdi. Zavallı Türk, vatanımı kaybederim korkusu ile, ‘Vallahi Türk değilim. Osmanlılıktan başka hiç bir içtimai zümreye mensup değilim’ demeye mecbur edilmişti” derken son derece haklıydı.
1912 yılında Sebilürreşat dergisinde çıkan bir yazıda “Türk” kelimesinin kullanılması, dinsizlik, kafirlik sayılıyordu. 1913 tarihli “Mecmua-i Ebuzziya” dergisinin 94. sayısında, “Bizim Türklüğümüz sembolizmden başka bir şey değildir. Bizler, yani Türkler Müslümanlık içinde erimişizdir. Türk falan değil, sadece Müslümanız” deniliyordu. Üniversitede profesörlük yapmış olan Ahmet Naim, 1913 yılında yazdığı “İslamda Dava-i Kavmiye” adlı kitabında, Türk’e karşı savaş açmıştı ve “Türk’ün geçmişini bilmesine, öğrenmesine lüzum ve ihtiyaç yok” diyordu.
1919-1920 yıllarında şeyhülislamlık görevine getirilmiş ve ülkeden kaçmak zorunda kalmış olan Mustafa Sabri Efendi, Türk’e Türklük benliğini vermek isteyenleri “soysuzluk”la suçluyordu. Türkiye’de İngiliz Muhibler Derneği’nin kurucularındandı ve Kuvay-ı Milliye mensupları için ölüm fetvası da çıkartan da o idi. Mehmet Akif ise Türklükten söz eden Ziya Gökalp’a “kaltaban” sıfatını yakıştırıyordu.
Tespitlerimize göre Gök-Türkler’den sonra “Ben Türk’üm” diyen hükümdar sayısı yalnızca yedidir. Sultan Alpaslan, Harezmşah Muhammed, Timur, Babür, Hüseyin Baykara, II. Abdülhamid ve son Buhara hanı Said Alim Han.
* Kürdoloji Yalanları
Ahsen Batur
Selenge Yayınları
Her halkın, her devletin resmi tarih tezleri bazı abartı ve çarpıtmalardan nasibini almıştır. Devlet kuramamış, devleti olmamış halkların tarihlerinde ise abartı ve çarpıtmalar birbirine ulanır gider. Hayali coğrafya, hayali devlet, hayali vatan, hayali sanatla ilgili uydurma ve abartılan, o halkla hiç ilgisi olmayan ve etnik mensubiyeti kesinlik kazanmamış önemli tarihi şahısların sahiplenilmesi, genellikle devlet sahibi olamamış, çoğu küçük halkların sınır tanımaz, uçuk fantazyalarındandır.
Kürd tarihi olarak ellerde dolaşan, çoğu siyasî Kürdçüler, bir kısmı da suyu bulandırmak isteyen yabancı bilim adamları ve şartlatanlar tarafından sağlam temeller üzerine oturtulmadan yazılmış tarih kitapları, Kürd gençleri arasında rağbet görmekte; fakat bunların hiçbirisi o kitaplarda anlatılanların doğru mu yalan mı olduğunu anlayabilmesini sağlayacak bir mihenk taşına sahip bulunmamaktadır.
Yalan üzerine kurulmuş, “inanmazsan git rahmetliye sor!” mantığıyla oluşturulan, ideolojik ve militan zihniyetle yazılan tarih kitaplarıyla yetişen bir nesil, önünde sonunda tezatlar labirentinin içinde kaybolmaya mahkumdur.
“Adem ve Havva Adıgece (Çerkesce) konuşuyorlardı; aksi ispat edilinceye kadar bu tez geçerlidir” diyen bir fanatikle, “geçmişte bu bölgede yaşamış, etnik mensubiyeti açıkça belirlenmemiş tüm halkları Kürd kabul ediyorum!” diyen bir sözde tarihçi arasında fark yoktur.
Rus tarihçisi L.N. Gumilev’in dediği gibi “bir halkın tarihini biraz da onun düşmanlarının yazdıklarına bakarak okumak gerekir.”
Belgesiz tarihçilik, kendi kendini aldatmanın en kestirme yoludur…
ÇEVİRİLERİ:
* Ötgen Künler
Abdullah Kadiri
Çeviren Ahsen Batur
Selenge Yayınları
* Son Timurlu
Pirim Kadirov
Çeviren Ahsen Batur
İleri Yayınları
* Batı Dayatmacılığı ve İslam
Ahsen Batur
Selenge Yayınları
* Turan’ın Alp Kızları
İpekyolu Efsaneleri
* En – Nücumu’z – Zahire (Parlayan Yıldızlar)
İbni Tagriberdi
İletişim: Selenge Yayınları
Ticarethane Sok. Tevfik Kuşoğlu İşhanı, 41/24 Cağaloğlu / İstanbul / Türkiye
0212 514 45 73
0212 511 09 35
HAKKINDA YAZILANLAR
Eski heyecan artık yok!
Beşir Ayvazoğlu
20 Aralık 2005
Özbek Edebiyatı’ndan çok sayıda önemli eseri Türkçe’ye çeviren D. Ahsen Batur çok dertli: Kitap tanıtımı yapan yazar-çizerlerimiz edebiyat tenkitçilerimiz bu eserleri ellerine alıp okuma lütfunda bulunmuyor ve köşelerinde yer vermiyorlar
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bağımsızlıklarına kavuşan Türk cumhuriyetleriyle siyas” ilişkilerimizin pek parlak olduğu söylenemez. Peki kültürel ilişkilerimiz? O kadar seminer, panel, sempozyum, kurultay vb. düzenlendi, gidildi, gelindi, ama kayda değer bir gelişme sağlanamadı. Güya karşılıklı tercümeler yapılacaktı; Kırgız, Kazak, Özbek, Azeri edebiyatlarını tanıyacaktık? Dillerimiz yakınlaşacak, Türk dünyasının Rönesans’ı tomurcuk verecek, çiçek açacaktı? Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı gibi birkaç kuruluş ve kendini bu gayeye adamış birkaç kişi dışında çalışıp çabalayan yok. İş her zaman olduğu gibi tek tek fertlere kaldı. Ne yapabilir, ne kadar yapabilirlerse, o kadarıyla yetineceğiz. D. Ahsen Batur bunlardan biri.
Eski bir gazeteci olan Ahsen Batur, dizini kırıp, Arapça ve Fransızca ve İngilizce’sine Rusça’yı ve Türk lehçelerini de ilave etmiş; şimdi önemli Özbek yazarlarının eserlerini harıl harıl Türkiye Türkçesi’ne aktarıyor. Özbek Edebiyatı’nın büyük isimlerinden Adil Yakubov’un ‘Uluğ Bey’in Hazinesi’ ve ‘Köhne Dünya’, Abdullah Kadir”’nin ‘Ötgen Günler’ adlı romanlarıyla başlayan Batur, son olarak Pirim Kadir’in iki ciltlik ‘Son Timurlu’ adlı romanını Türkiye Türkçesi’ne kazandırdı. Bunun üzerine gittik, tek başına ayakta tutmaya çalıştığı Selenge Yayınları’nın Cağaloğlu’ndaki idarehanesinde kendisiyle konuştuk.
Yakubov’un eserleri
Bir mütercim ve yayıncı olarak ilgi alanın Orta Asya ve Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin edebiyatları. Bu ilgi nasıl doğdu?
– Esasen asıl ilgi alanım Orta ve İç Asya Türk tarihidir, ama ister istemez o bölgenin edebiyatı da ilgi alanımız içine girdi. Bunda biraz serdeki Turancılık duygusu, biraz da özellikle Özbekistan’da çevremizi saran yazar-çizer dostların ilgisi ve koltuğumuzun altına eserlerini tutuşturarak, ‘Bu kitap şu kadar dile çevrildi, ama benim için en gurur vericisi Türkiye Türkçesi’ne çevrilip, Türk kardeşlerimizin bizim edebiyatımızla tanışması olacaktır’ şeklindeki sözleri ağırlıklı rol oynamıştır. 1993’de Özbek Türkçesi’nden dört kitabı bizim lehçemize aktarıp yayınladığımda, tabii olarak oradaki kardeşlerimizin nasıl düşündüklerini, nasıl yazdıklarını, zevkleri vb. konuları aktarmanın heyecanını yaşadım.
Zannedersem işe Özbek Edebiyatı’ndan tercümelerle başladın. Hangi yazarlardan hangi eserleri tercüme ettin?
– İlk çevirdiğim eser, Adil Yakubov’un ‘Uluğbey’in Hazinesi’ adlı romanıydı. Bu romanda bir nevi Orta Asya Türk tarihinin bir kesiti anlatılıyordu ve gerçek olaylar sadece romanlaştırılmıştı. Daha sonra aynı yazarın İbn Sina, Biruni ve Gazneli Mahmud’u konu alan ‘Köhne Dünya’ adlı eserini Türkiye Türkçesi’ne aktardım. Bunu bilahare perestorayka döneminde dünya basınına Uzbek Affair (Özbek Davası) adıyla geçen ve dünya tarihinde ilk defa bir ülke ve halkın topyekun hırsızlıkla suçlandığı, arkasından Gdilyan adlı Ermeni bir müfettişin Taşkent’e gönderilmesiyle başlayan olayların konu edinildiği ‘Adalet Menzili’ adlı eseri izledi. Bir de Pirim Kadirov var. Onun iki ciltlik ‘Son Timurlu’ adlı tarihi romanını da aktardım. Kitap gerçekten son Timurlular’ın, yani Babür, Hümayin ve Ekber Şah’ların hayat mücadelelerini konu almaktadır.
Abdullah Kadiri’den de bir roman tercüme etmiştin.
– Evet, Özbekistan’da Türkistan romancılığının babası olarak kabul edilen Abdullah Kadiri’nin ‘Ötken Künler'(Geçmiş Günler) adlı romanını aktardım. Türkistan’ın karanlık günlerinin hikayesidir bu. Keza Şükrullah’ın ‘Kefensiz Gömülenler’ adlı hatıratını da aktardım. Stalin döneminin Soljenitsin’inki gibi masa başında değil, bizzat yaşanarak aktarılan karanlık günlerinin ve Özbek, Türkmen, Kazak ve Kırgızlar’ın gördükleri zulümlerin hikayesi anlatılmaktadır eserde. Sadece henüz birinci cildini Rusça aslından çevirdiğim ‘Son Denize Kadar’ adlı bir tarihi roman da var. Yazarı Vasili Yan veya Yançevetsky. Roman Moğollar’ın, Harezmşahlar’ın, Kıpçakların ve Rusların hikayesini konu edinmektedir ve tamamen ‘Tarihi seviyorum, ama akademik kitaplar arasında boğulmak istemiyorum’ diyenler için yazılmıştır.
Adil Yakubov, önemli bir yazar. Ama o kadar kitabını çevirdiğin halde nedense Türkiye’de pek
tanınmadı.
– Bana göre Yakubov, sadece Özbekistan’ın veya Asya’daki Türk Cumhuriyetlerinin değil, Türkiye de dahil olmak üzere gelip geçmiş en büyük usta kalemi ve öylesi bir kalem yüzyılda bir gelir. Bunu ben değil, eserlerini okuyanlar söylüyorlar. Ben kendisinden özellikle Timur-Bayezit olayını romanlaştırmasını istedim, söz verdiği halde bir türlü yerine getirmedi. Çok ısrar edince de bana şu cevabı verdi: ‘Balam, çok zor bir iş bu. Türk biraderlerimi gücendirmeyeyim desem, İslam Kerimov beni asar, Özbekler taşboran kılarlar (taşa tutarlar). Özbekleri memnun edeyim desem, Türk biraderlerim gücenir. Zor iş, balam, zor iş bu!’
İlgisizliğin sebepleri
Peki bu edebiyatlar Türkiye’de ne kadar ilgi görüyor?
– Ne yazık ki, Türk dünyası edebiyatına karşı 1993-95 yıllarında duyulan o sıcak ilgi ve heyecan artık yok. Belki bunda en büyük kusuru, bizdeki kitap tanıtımı yapan yazar-çizerlerimizin ve edebiyat tenkitçilerin ilgisizliğinde aramak gerekir. Çünkü hiçbir tanesi bu eserleri ellerine alıp okuma lütfunda bulunmuyor ve köşelerinde yer vermiyorlar. Son derece bağnaz bir tavır. Bununla birlikte bazı fakültelerde ve liselerde ‘Uluğbey’in Hazinesi’ ve ‘Ökten Künler’ Türk Dünyası Edebiyatı derslerinde okutulmaktadır. Bilemiyorum, Adil Yakubov gibi bir yazarın eserinin yılda 1000 tane bile satılamamış olması nasıl izah edilebilir? Bilmiyorum. Bana göre galiba birileri Yakubov gibi yazarlar tanınırsa, kendilerinin yazar olmadıkları anlaşılır endişesini taşıyorlar. Çile çekmeyen insanlardan yazar da olmaz, romancı da!
Başka projelerin var mı?
– Ben Selenge Yayınları’nı akademik tarih kitapları yayınlamak amacıyla kurdum ve bugüne kadar da hayli mesafe aldım. Bugün yayınlarımızdan (ki neredeyse tamamı tarafımdan çevrilmiştir) yedi tanesi üniversitelerde ders kitabı olarak okutulmaktadır. Bundan sonra da aynı çizgiyi sürdüreceğim. Diğer yayınevlerinin ‘para kazandırmaz’ diye kapağını çevirip bakmayı dahi düşünmedikleri kaynak eserleri yayınlamaya devam edeceğim. Mesela önümüzdeki aylarda İskitler, Yakutlar, Babür’ün hala oğlu Mirza Haydar Duglat’ın ‘Tarih-i Raşidi’si, ‘Türk Halkları Etnolojik Sözlüğü’, Prof. Zekiyev’in ‘Türkler’in ve Tatarlar’ın Kökeni’, S. G. Agacanov’un ‘Selçuklular’ı, Biçurin’in ‘En Eski Zamanlarda Orta Asya’da Yaşayan Halklar’ adlı üç ciltlik eseri, Dunlop’un ‘Hazar Yahudileri Tarihi’, Golden’in ‘Hazar Çalışmaları’, Vernadsky’nin ‘Moğollar ve Eski Rusya’sı, Liu-Mau Tsai’nin ‘Çin Kaynaklarına Göre Doğu Türkleri Tarihi’, Kalankaytlı Moses’in ‘Gence Tarihi’, Korenli Moses’in ‘Ermeni Coğrafyası’ ve başka eserler okuyucuyla buluşacak. Bunların çoğu Türk tarihiyle ilgili birinci el kaynaklardır. Esasen bunları bakanlığın veya resmi bir kurumun yapması gerekirdi, ama maalesef bu karsız, çileli iş Selenge’nin omuzlarına yüklendi.Başarılarının devamını diliyorum.