HAKKINDA YAZILANLAR
Dergâhlı şarkıcı
Cemal A. Kalyoncu Aksiyon Sayı: 418
Baba soyu, Naziki Dergahı’na dayanan ve soyadını da buradan alan sanatçı Alpay Nazikioğlu, anne tarafı ise ünlü asker sülalesi Hersekli Mehmet Ali Paşa, dolayısıyla Hüsrev Gerede ve Servet Paşa’ya kadar uzanmaktadır. Nazikioğlu; Şanar Yurdatapan, ünlü Mason Üstadı Can Arpaç’la da kuzendir
– Sizi Alpay olarak tanıdık. Soyadınızı kullanmamanızın özel bir sebebi var mı?
“Evet. Uzun bir soyadı; sonra, böyle bir işle bağdaşacak bir soyad değil. Düşünüyorum da okuldayken son derece şikayetçi idim soyadımdan. Hep yanlış kullanırlardı soyadımı ve bu hiç hoşuma gitmezdi. Büyüdükten sonra o soyadının son derece köklü bir soyadı olduğunu öğrendim. Durup dururken alınmış bir soyadı değil, bunun bir kökeni, anlamı var.”
– Neymiş anlamı peki?
“Babamın dedesine ya da dedesinin babasına neyse işte, padişah Naziki Efendi dermiş. O çok nazik bir insanmış. Soyadı kanunu çıktıktan sonra bizim aile de bunu soyad olarak almış.”
Besteci /şarkıcı Alpay’ın soyadının Nazikioğlu olduğunu çok kişi bilemedi uzun yıllar; bilmeyenlerin sayısı hâlâ da çok fazla. Çünkü Alpay, bu soyadını kullanmayı yeğlemedi.
Ailesi Naziki Dergahı’ndan
Yorumcu/besteci Alpay’ın ‘nazik bir insan’ olarak anlattığı birkaç göbek önceki büyükbabası, Naziki Dergahı’nın da kurucusudur aynı zamanda: “Padişah Topkapı Sarayı’nın yanında bir yer veriyor ona. Naziki Dergahı’nın yeri yurdu belli ama şimdi otel yapılmış oraya galiba. Ben hiç gitmedim fakat Nazikioğlu soyadının köklü, anlamlı bir soyad olduğunu öğrendiğimde hoşuma da gitti. Hatta benim kızım ‘Ben evlendiğimde bu soyadı bende kesinlikle yaşamalı’ diye düşünüyor. Kızım sonunda Naziki Dergahı’na gidecek ama ne zaman gidecek bilmiyorum.”
Günü yaşayan bir insan olduğunu söyleyerek, şeceresine dair çok fazla bilgi edinmeyen Alpay Nazikioğlu’un, Naziki Hazretleri’nin soyuna dayanan babası Turhan Cemal Bey, Devlet Demir Yolları’nda bürokrat olarak çok uzun yıllar çalışmış ve buradan emekli olmuş birisidir. Onun da babası Cemal Bey ise çeşitli yerlerde kaymakamlık yapmış bir kişidir: “Kaymakamdı ama ne yapmış bilmiyorum.” Cemal Bey, Behice Hanım’la evlenmiş ve beş çocuk sahibi olmuştur: “Zaten ailede bütün kardeşler Cemal ismini de almışlar. Namık Cemal Nazikioğlu, çok önemli bir hukukçu idi; onun bir küçüğü Ferruh Hanım, —evlendi Anada soyadını aldı; onun bir küçüğü Ezel Cemal Nazikioğlu amcam ise Demir Yolları’nda gar müdürlüğü yaptı. Haydarpaşa Gar’ında bilet alırken portresini gördüm orada. Onun küçüğü de babam Turhan Cemal Nazikioğlu. Kardeşlerin en sonuncusu Semiha Cemal Nazikioğlu. O da hukukçu idi, Maliye Bakanlığı’nda Hazine avukatlığı yaptı.”
Sülalede, Alpay Bey’in dedesi Cemal Nazikioğlu kanadından gelenler Cemal Nazikioğlu olarak anılırken, Cemal Bey’in kardeşi kolundan olanlar da uzun yıllar Baydar, sonraki yıllarda da Baydar Nazikioğlu soyadını kullanırlar. Bu koldan gelenlerden, Mehmet Esat Bey’in Fehime Hanım’la evliliğinden doğan Nasuhi Baydar, Fransızca’dan yaptığı çevirileri ile tanınmıştır. Fahrünnisa (Yunt) ve Melek (Nurelgin)’in dışında kardeşlerden bir diğeri de, Alpay Bey’in deyişiyle Fenerbahçe’nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcularından olan Alaaddin Baydar Nazikioğlu’dur: “Ala diye bilinirdi. Meşhur Bekir, Zeki, Ala üçlüsü… Aile büyüklerim Fenerbahçe’de büyük futbolcular olmuşlar. Dolayısıyla benim de Fenerbahçeli olmam gerekir ama ben takım tutmuyorum.” Kafanızda netleşsin diye kaydediyorum, işte bu Alaaddin Bey ile Alpay Nazikioğlu’nun babası Turhan Bey kardeş çocuklarıdır.
Şanar Yurdatapan ve Can Arpaç’la kuzen
Alpay Nazikioğlu’nun anne soyu da en az baba tarafı kadar köklü bir geçmişe sahiptir: “Şöyle köklü; annemin dedesinin dedesinin dedesi, neyse, Yugoslavya kralı.”
– İsmi nedir?
“Onu da bilmiyorum. Ben öyle şeylere meraklı bir insan değilim.”
Alpay Nazikioğlu’nun annesi Daime Hanım; Şanar, Oktay, Onur ve Lale (Mansur) Yurdatapan’ın da babaları olan Korgeneral Daniyel Yurdatapan; ünlü Mason üstadı Can Arpaç’ın annesi Emine Danende Arpaç ve ayrı anneden doğan, savcılık yapmış Danış Yurdatapan’la kardeştir. Mevhibe—Servet Paşa çiftinin kızı olan Daime Hanım’ın dedesi de Hersekli Mehmet Ali Paşa’dır. Mehmet Ali Paşa’nın bir diğer çocuğu ise Atatürk’ün de yakın çevresinde bulunmuş Hüsrev Gerede’dir: “Hüsrev Gerede annemin dayısıdır. Onun çocukları var, Selçuk Gerede. Onlarda bu ailenin soyağacı mevcut. Selçuk ağabeyin çocukları Şiva ve Bennu Gerede var.”
Mevhibe Hanım’ın hayatını birleştirdiği Servet Paşa ise; muhalefeti sebebiyle, Sultan II. Abdülhamid tarafından Van’a sürülmüş Ferik Hüsnü Paşa’nın oğludur: “Van’a sürgün olup olmadığını bilmiyorum, öyle bir şey konuşulmadı ailede. Ama onun mezarı Van’da. Ve orada çok tanınmış, önemli bir adam.” Albaylıkla tuğgenerallik arasında bir rütbe olan Tuğbay Servet Paşa, Çanakkale Savaşı’nda Atatürk’le beraber savaşmış ve o savaşta Atatürk’ün göğsündeki saate isabet ettiği için yara almadan kurtulduğu şarapnel hadisesini de anlatan kişidir. Aileden çıkmış, yakın tarihimizde önemli rolü olanlardan biri de Milli Birlik Grubu üyesi Yarbay Sezai Okan’dır: “Sezai Okan’ın babası ile büyükbabam kardeş çocukları oluyorlar.”
Aslında yedi göbektir İstanbullu olan Alpay Nazikioğlu, böylesi bir ailenin tek çocuğu olarak, 20. yüzyılın ortalarına doğru Ankara’da dünyaya gelir. Yaz aylarını ailesiyle birlikte İstanbul’da geçiren Alpay, iki yaşlarına kadar yaşadığı hadiseleri hatırlayabilmektedir. O günlerden hatırına gelenlerden biri, babasının ona anlattığı at hikayeleridir: “Babam öyle hikayelerle uyuturdu beni.” Ondaki hayvan sevgisi de buradan kaynaklanmaktadır: “Benim hayatım, 3,5 yaşımdan orta okul sonuna kadar at üstünde geçti. Ankara’da, Saraçoğlu Mahallesi’ndeki çayırlarda ata binerdik. İsmet Paşa da at bindiği için, rastlaşırdık.” Hayatının daha sonraki döneminde, çok uzun süre ayrı kaldığı için ata binmeyi unutan Nazikioğlu, yaşıtlarına göre oldukça yaramaz sayılabilecek bir çocukluk geçirir: “Mesela yakma merakım vardı. Eve misafir gelir —evler sobalı o zaman— üç dakika sonra misafirin kürkü sobanın üzerinde. Akla hayale gelmedik haşarılıklar… Bir sandal gezisinde şemsiyeyi alıp denize atıyordum mesela. Ağaçların tepesindeydim her dakika. Kafam yarılır, gözüm patlar… böyle bir durum.” Bütün bunlara rağmen, baskı yapılmayan, demokratik bir aile ortamında, özgürce büyütülür o.
– Yaramazlığın sebebi neydi sizce?
“Hiperaktif birisi olmak. Tatminsizlik… Ama her yaşın gereği var. Çocuk çocukluğunu yaşamalı bence. Yaşayamazsa, ileri yaşlarda yaşamaya çalışıyor. O zaman da yakışık almıyor. İnsan her şeyi yaşayabilmeli, hele bir de erkek çocuksa…”
Bu yaramazlıklar arasında ilkokula başlayan küçük Alpay, ortaokulu da aynı yerde, Ankara Koleji’nde bitirir: “Orada da korkunç yaramazdım tabii.” Ortaokuldan sonra babası Turhan Bey, onun, ancak devlet okulunda ‘adam olacağını’ düşünerek kaydını önce Atatürk Lisesi’ne yaptırır: “Biz, kızlarla beraber okuduğumuz için çok şık giyinirdik. Orada baktım, hırpani birtakım çocuklar; yamalı pantolonlar, parçalanmış ayakkabılar… Bana böyle uzaydan gelmiş gibi bakıyorlar. Teneffüs oldu, yanağından kan damlayan bir çocuk geldi ve beni bilek güreşine davet etti. ‘Peki’ dedim. Küt diye yendim onu. İyi top oynadığım için hemen sınıf takımına çağırdılar beni. Ertesi gün sınıf maçında 4—5 gol attım. ‘Kolejli kolejli’ diye yıkılıyor Atatürk Lisesi. Orada ismim ‘Kolejli’ idi o zaman.” Alpay Nazikioğlu’nun Atatürk Lisesi’ni kendine uydurması uzun zaman almaz: “Sınıf dünyanın en uslu sınıfı idi. Ben sınıfa uyum sağladığımdan itibaren portakal kabukları havada uçuşmaya başladı. Sınıf tarihe geçti. Ben daha sonra milli takım kamplarına katıldım.”
Genç Milli Futbol Takımı’nda
Yüzme, Uzakdoğu sporları, koşu gibi branşlarda başarılı olan Alpay Nazikioğlu, futbolda da kısa sürede dikkat çeker ve Ankarademirspor’da futbol oynamaya başlar. Ardından, Gençlerbirliği’nde devam ettirir, profesyonel futbol yaşamını. Böylece, lise öğrencisi iken Genç Milli Futbol Takımı’na seçilir: “Orada, A Milli Takım oyuncularından bir kısmının yaşları, Genç Milli Takım’da oynatılmaları için küçültüldü. Turnuva İzmir’de yapıldı ve ben gol kralı oldum. Ve beni 16 kişilik kadroya seçtiler.” Onunla beraber Fenerbahçeli Akgün, Beşiktaşlı Coşkun Taş, Ercan Ertuğ da vardır kadroda. Kaleyi ise Varol korumaktadır. Kadroya seçilir seçilmesine ancak bu sefer derslerde devamsızlık yapması problem olmaktadır: “Fevziye Abdullah Tansel adında meşhur Sıfırcı Fevziye lakaplı bir hocamız vardı. Çok iyi, çok katı disiplinli bir hoca. Dersi sevmiyorsun yani. Çocuklar dersi kaynatmak için ‘Alpay gol atmış’ falan diye gazeteleri getiriyorlar, bu çıldırıyor. ‘Alpay sınıfta kalacak’ diyor.” Hocanın kendisini sınıfta bırakacağına kesin gözüyle bakan Alpay Nazikoğlu, oradan ayrılır ve Gazi Lisesi’ne geçer. Lise diplomasını, sınıflarını kayıpsız geçtiği buradan alır. Ardından, biraz da babasının isteğiyle Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne yazılır: “Ailelerin yanlış birtakım yönlendirmeleri, seçimleri var. Ben hukukçu değilim. Hukukçuyum ama hukukla uğraşmadım. Müzikle uğraşıyorum. İlkokulda iken babam bir ağız armonikası getirmişti bana. Ben o ağız armonikası ile ne kadar melodi biliyorsam, hepsini çalıyordum. Şimdi, o ailenin/ailemin uyanıp, beni konservatuara vermeleri lazımdı. Ben herhalde süper bir müzisyen olurdum. Şimdi bana ‘Sen Türkiye’nin en iyi yorumcususun. Artı bir de Türkiye’nin en iyi müzisyeni olsaydın, kötü mü olurdu’ diyorlar. Uyanmamış bizimkiler.”
Kendisine kalsa idi mimar olmayı tercih edecek olan Alpay Nazikioğlu’nun, ailesinin ondaki bu müzik yeteneğini fark edememesine rağmen, sanatsal yanları da gelişim gösterir bir taraftan: “İnsanın içinde, dünyada yapabileceği birtakım şeyler var. Önemli olan, insanların, o içlerindeki yetenekleri harekete geçirmesi. 1980’lerin sonuna doğru bir tarihte, biraz rahatsız olduğum için evde kalmak durumunda idim. Birkaç günden sonra sıkıldım ve kızımın evdeki profesyonel yağlı pastelleri ile resim yapmaya başladım. Beğenenler oldu. Benim de hoşuma gitti. Sonra yağlıboya yapmaya başladım. Koleksiyonerler çok para verdi ama ben satmadım. Resim bittiği zaman nasıl yaptığıma ben de şaşıyorum ama… Ben ressam değilim. Mesela bir tane resimli roman yaptım şimdi. Demek ki insan, zamanı geldiğinde içindeki birtakım şeyleri harekete geçirebiliyor.”
Alpay Nazikioğlu, tam da burada, eğitimin Türkiye’deki kalitesizliğinden ve insanları asıl olmak istedikleri değil de başka alana itmesinden yakınıyor: “Resim ve müzik toplumların yaşamında çok önemli. Hele müzik… Toplumları, dinledikleri müziklere göre tasfiye ediyorlar. Kaliteli müzik dinleyen çağdaş, kötü müzik dinleyenler ilkel diye. Doğru bir kıstas. Çünkü, hayatın her anında ve her alanda var müzik. Sonra evrensel bir dil. Sen şimdi lisedeki öğretimle müzisyen yapamayacağına göre müzikten anlayan, iyi ve kötüyü değerlendirebilen bir toplum gayreti içinde ol. Multi trilyoner bir arkadaşın evine gidiyoruz. Evinde aşşağılık bir resim… Ancak manav dükkanında görürsün o resmi. 500 milyon liralık bir çerçeve yaptırmış ve asmış. Resimden anlasa o resmi duvarına asmazdı mesela.”
Milli Birlikçi Sezai Okan da aileden
Hukuk fakültesinde derslere girmeyen, sadece imtihan olduğu günlerde ders çalışan ‘tembel’ öğrenci Alpay Nazikioğlu, hukuk eğitimini kazasız ve belasız bitirir ve ‘Eylülde Gel’mek zorunda kalmaz. Nazikioğlu, hukuk fakültesinde iken, Türkiye’de de tarihi bir olay vuku bulur: “27 Mayıs 1960 İhtilali, bir demokrasi hareketi idi. Yapılmış tek askeri harekettir. Ondan sonra yapılan askeri hareketlerle eş değerde tutuluyor bugün. Hiç ilgisi yok. Ondan sonra yapılanlar bana göre faşizan hareketlerdir. 27 Mayıs’ın ne Kenan Evren’in, ne de başkalarının yaptıkları ile ilgisi yok. 27 Mayıs’ı yapanlardan, akrabam da olan bir tanesine (MB Üyesi Sezai Okan) dedim ki ‘Bak, biz hukuk okuyoruz. İhtilal güçle yapılan bir şeydir. Başarıya ulaştığı anda da meşrudur. İhtilalin kanunu budur. Siz neyin muhakemesini yapıyor, neyin meşruiyetini kanıtlamaya çalışıyorsunuz.’ Fakat daha sonra hukukçular onları yönlendirdi. O Köpek, Bebek Davaları saçma şeylerdi.”
Demokrat Parti’nin, uygulamaları ile buna zemin hazırladığını düşünen Nazikioğlu, o ihtilali gerçekten yaşayanların, gerçekleri yazmadıklarını ve söylemediklerini de düşünmektedir bugün.
Bir ülkenin yasalarla yönetilmesinin, o ülkenin hukuk devleti olduğunu göstermediğini; Türkiye’ye hukuk devleti diyebilmek için yasaların hukukun ruhuna uygun olması gerektiğini, bu olmadığı için de, Türkiye’nin hukuk devleti sayılamayacağını söyleyen Alpay Nazikioğlu, okula devam ederken yapmayı düşündüğü halde, sırf bu sebeplerden dolayı, hiç avukatlık yapmaz. 16 yaşında başlayıp, bir zaman sonra babasının ona söylediği şu sözler nedeniyle futbolu da devam ettirmez: ‘Oğlum, çok başarısız bir sporcusun. Yarın Fenerbahçe ile maçınız var, sen eve 4’te geliyorsun. Sonunda sen bu işi yapamazsın. Başarı; eğer Allah bir adama dünya çapında bir yetenek vermişse, o adam Türkiye çapında başarılı olabilmişse o demek değildir. Sen çok yetenekli bir adamsın ama önem vermiyorsun. Ya dans et, eğlen, ya da spor yap.’
Alpay Nazikioğlu, kararını verir. Lise yıllarında, arkadaşları arasında söylediği özellikle yabancı şarkılarla bilinen Nazikioğlu, kuzenini dinlemek üzere gittiği bir programda, kuzeninin talebi ile orada bir şarkı söyler, o da sahnenin arkasından. Böylece, onun için sanat yaşamı başlamış olur. İlk kez 1964 yılında, hukuk fakültesinin son sınıfında iken, Ankara’daki Büyük Sinema’da sahneye çıkar: “O ana kadar hakkımda bir sürü spekülasyonlar yapılıyordu. ‘İşte bu adam çok çirkin, cüce, kambur. Onun için kendini göstermiyor’ diye. Oysa ki ben meşhur olmak istemiyordum. Benim söylediğim şarkılar Türkiye’de bir numara oluyordu. (Hakikaten de, o dönemlerde yerli/yabancı şarkı listeleri ayrı olmadığından ilk üç sırada hep Alpay’ın yorumladığı şarkılar yer alır, onun ardından da ünlü Beatles sıralanırdı.) Sokakta yürürken ‘İşte Alpay’ denmesi bana bir şey ifade etmiyordu. Kim ne derse desin, aldırmıyordum yani.” Kendisini çok uzun süre gizleyemediği için sahneye çıkan Alpay, mikrofon tutmasını dahi bilmemektedir:
“Sahneye çıktığımda mikrofon tutmasını da bilmiyordum. Her şeyiyle o kadar muhteşem bir konserdi ki, onlar benim acemiliğimi üzerimden aldı. O dönemde konser biletleri 2,5 lira iken bizim konserin biletleri 25 lira idi. Satışa sunulduğu günün ertesinde karaborsaya düşerdi biletler.” Alpay Nazikioğlu, 1964’te başlayan sahnedeki hayatını neredeyse 40 yıldır başarıyla devam ettirir. Fecri Ebcioğlu’nun Eylülde Gel’i başta olmak üzere Ayrılık Rüzgarı, Maria, Senin İçin gibi dillerden düşmeyen beste ve yorumlar da müzik tarihindeki yerini alır: “Valla bir ayırım yapmak istemiyorum onlar arasında. Belki 50’den fazla şarkım Türkiye’de bir numara oldu ama ben kendimi, şunu mu yapsam daha çok satar ya da daha çok beğenilir diye hiç şartlandırmadım. Kendi zevkimi, kendi içtenliğimi yansıttım. Kendi sevdiğim şeylerin toplumla da paylaşılmış olması bana hem gurur hem de büyük mutluluk verdi, veriyor da. Ama yaptığım bir şeye esir olup da onun gölgesinde hiç yaşamadım. Ben yeni şeylerin peşinde koşan bir insanım.”
– Nelerden besleniyorsunuz daha çok?
“Aşktan besleniyorum tabii ki ama illa aşktan beslenmek için oturup da birtakım fırtınalı aşklar yaşamak gerekmiyor.”
– Evliliklerinizi konuşalım biraz da. Üç evlilik yapıyorsunuz…
“Dört tane.”
– İsimlerini alabilir miyim?
“Hayır. İsim de söylemem. Boşver. Dördüncü evliliğim sürüyor, o kadar.”
– Üç çocuğunuz var biliyorum, doğru mu?
“Doğru. Onları da konuşmayalım.”
Askerliğini de 1966 senesinde Mamak Muhabere Okulu’nda yapmaya başlayan Alpay Nazikioğlu, ardından Milli Savunma Bakanlığı’nda görevlendirilir: “Ankara’da kalmak istiyordum. Tayinim Savunma Bakanlığı’na çıktı. Tabii ki torpille. O zaman herkes torpil yaptırıyordu.” Milli Savunma Bakanlığı Halkla İlişkiler Grup Başkanlığı İş ve İşçi Münasebetleri Şubesi Kısım Amiri olarak askerliğini bitiren, gidecek vakit bulamamasına rağmen sinemayı özel meraklarının başında sayan Nazikioğlu, spor ve şimdilerde resim yapmayı da bu listeye eklemektedir: “Sosyal konularda birtakım şeyler okuyorum ama çok fazla okuyan bir insan olduğum söylenemez. Müzik tabii bende hep aşk olarak yaşamıştır. Müziğe muhtaç olmadan yaşamak için çok uğraştım. Ancak o da beni müziğe bağlı kıldı.”
Son sözü de yine Alpay Nazikioğlu’na bırakalım: “Sonu düşünmek kötü bir şey. Çünkü kimse ölmek istemiyor. Herkes hayata dört elle sarılmış ama herkes de dört nala ölmek için çabalıyor. Çünkü herkesin birtakım beklentileri var gelecekten. Onun için ne dönüm noktası düşündüm hayatımda, ne de köşe dönmeyi. ‘Helal olsun’ deyip yaptığım, trilyonlar tutarında yardımlar var. Ondan da pişman değilim. Çünkü hayat geliyor, geçiyor, gidiyor kardeşim. Haysiyetle yaşamak önemli olan.”
AÇIKLAMA
Bizim soyumuzda Sabetaylık yoktur
Sayın Mahmut Çetin Bey,
X İlişkiler ve Boğaz’daki Aşiret isimli kitaplarınızı okudum. Bazı yanlış bilgilendirmelerin ve gazete, magazin dergileri kaynaklı kitaplarınızdaki bilgilerin gerçek ve makbul arşivlerin incelenmesi sonunda ortaya çıkmadığına emin oldum.
Bendeniz, Şanar, Lale, Alpay, Can ile ata birliği olan bir kişiyim. Çok şükürki, bizler Osmanlı’dan başlıyarak (15’ınci yy sonlarından) bu yana Bosna Hersek’in mavi ve yeşilini, al zemin üstündeki ay ve yıldızla bezemiş insanlarız. Geçmişimizden hiç bir zaman kaçmadık. Bogomil kökenli bir Boşnak olduğumuzu da asla unutmayarak bu milletin asli unsuru olarak o’na bağlı kaldık.
Bildiğiniz gibi Osmanlı Dünya devleti olmasını topraklarına Bosna’yı 1463te Hersek’i de 1480’de katmasıyla başlamıştır. Bosna ve Hersek Osmanlı için bir serhat eyalet ve askeri karargah olmuştur. Osmanlı’nın Fatih Sultan Mehmet’ten Karlofça Andlaşması süresindeki hemen hemen tüm sadrazamları Bosna Hersek kökenlidir. Bosna Hersekliler Avrupalıların adlandırdıkları gibi “Türk’ten daha Türk” tür. Bu zaman dilimi içinde ve sonraları Anadolu’da. Osmanlı tebaası içindeki hangi millet bu özelliği taşır. Bogomil kökenliler “boşnaklar” İslam’ın bayrağını yaklaşık 600 yıldır taşımaktadırlar. Onların İslam anlayışı Bektaşilikten başlıyarak 1826’dan sonra Nakşibendilikle sonuçlanır. Ama bu dergahların şu andaki Bektaşi ve Nakşibendi dergahları ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Her iki dergahta özünü Ahmet Yesevi’den alır.
Alpay’ın baba tarafı Naziki’dir. Aile bu dergahın kurucularındandır. Hepizin ata dedesi Galip Ali Paşa Rızvanbegovic-stocevic tir. (İstoliçeli Ali Paşa). O’nun aile kökeni ise bogomil güney slavdır. Ailenin başlangıcı Mürtedan Paşadır. Bu aile dünya genetik literatüründe (Obrenknezevic-Mahmutbegovic-stoceic) diye geçer. Ailenin Kavalalı, Tepedelenli, Sokollu ve en son Mısır Burci çerkez sultanı Kansu Gauri ile kan bağı vardır.
Aile eski Bosna krallığındaki mevcut 12 asil aileden biridir. Galip Ali Paşa Rızvanbegovic Sultan 2’inci Mahmut tarafından Osmanlıya bağlılığı ve Kavalalı İbrahim Paşa’yı Kütahya önlerinde durdurmasının mükafatı olarak ödüllendirilmiş kendisi Bosna Hersek dışında hiç bir görevi kabul etmeyince Hersek Bosna’dan ayrılarak 18 sene bağımsız vezaretle kendisine verilmiştir. 1851’de Osmanlı yanlış bilgilendirme sonucu (Serasker Ömer Lütfü Latas Paşa tarafından) görevden alınmış padişahın haberi olmadan katledilmiş, tüm mal varlığına Latas Paşa tarafından el konulmuş ve bu yanlışlık 4 sona sonra anlaşılıp aileye iadei itibar edilmiştir.
Bizim soyumuzda Sabetaylık yoktur.
Aile genelde Mevlevi veya Nakşibendidir. 28-30 Nisan arası Çanakkale 18 Mart Üniversitesinde yapılacak “Uluslararası Bosna Hersek Sempozyum”unda Galip Ali Paşa’nın vakfiyesi ve vasiyetnamesi de açıklanacaktır. Bu vasiyetname 20. yy İslam anlayışının en kabul edilir belgesidir. Bu yazılı belgede olduğu gibi; Bizler “Haktan gelenin halka gitmesi” ve “Hak için halkla beraber olmak” düsturlarıyla yetiştik.
Galip Ali Paşanın 4 kızı ve 4 oğlu vardır. Kızları Habiba (Divan Şairlerimizden), Şakire, Emine ve Uma Hanımdır. Erkek çocukları ise Zülfikar Nafiz Paşa (ki bunun oğlu Hersekli Arif Hikmet=Divan Şairimiz ve Kamil Paşadır.) İkinci oğlu.Elhac Hafız Mehmet Rıdvan Paşa’dır. Ankara, Amasya, Urfa Mutasarrıflığı yapmış ve Osmanlının en sıkışık döneminde Mostar Mutasarrıfı yapılmış ve Osmanlı bir gecede Bosna Hersek’i Avusturya’ya bırakıp çekilince felç geçirmiştir. Hastalığından dolayı Anadolu’ya dönemeyen bu paşaya Avusturya hükümeti ölünceye kadar general maaşı bağlamış ve ölünce Mostar’da askeri merasimle top atışları arasında Karagöz Camiine gömülmesini sağlarken Avusturyalı generalin söylediği sözler bugün tüm arşivlerde kayıtlıdır. “Ölen asker düşmanımızdı O bir Osmanlı idi. Ama önemi yok O’çok şerefli bir askerdi. Bunun için bu merasimi yapıyoruz.”
Üçüncü oğlu Rüstem Beydir. (Miralay) aynı zamanda Rifat mahlası ile yazan Divan şairidir. Bir kızı vardır. Hasene Hanım ondan olan torunlar şu anda Bursa’da şerefli ve onurlu hayat sürmektedirler. Galip Ali Paşa’nın 1948’de doğan 1903’te Erzurum’da ölen en küçük oğlu Ferik Mehmet Ali Paşadır. Hanımı Mahinur Hanım’dır. Mahinur Hanım, Yüksel Söylemez’in annesi Saliha Hanım’ın halasıdır. Ferik Mehmet Ali Paşa ve Mahinur Hanım’ın 2 kız dört erkek evlatları olur. Kızları Mevhibe (Fatma Münire) bu hanım Ferik Hüsnü Paşanın oğlu Servet Paşa (tugbay rütbeli) evlenir ve ondan Korgeneral Mehmet Daniş (Daniyel) Yurtatapan (bunun çocukları: Şanar, Oktay, Onur, Lale ) olur.
Dana Yurdatapan bu kişi değerli bir hukukçudur eşi Nezihe hanımdır.( evlatları Birsen ve Fatma) Emine Danende Hanım bu Mehmet Halit Arpaçla evlidir (bir oğlu vardır: Can Arpaç) Ayşe Daime bu da Nazikioğlu Turhan Cemal Bey’le evlidir (oğlu şarkıcı Alpay).
Ferik Mehmet Ali Paşa’nın ikinci kızının ismi Ayşe Fahriye’dir. Kocası Albay Halil Nasır Berkay’dır. Bunun da 4 çocuğu vardır. İbrahim Adnan Berkay, A.Mehmet Ali Berkay, Lamia Nezahat Berkay. Ferik Mehmet Ali Paşa’nın en büyük oğlu. Abdülhat Mehmet Ali’dir. (Benim anneannemin annesinin babası olan İsmail Bey’in babasıdır) Abdülhat Bey’in 1’inci eşinden tek oğlu İsmail Bey’dir. İsmail Bey’in eşi Fatma Hanım’dır. Fatma Hanım, Rıdvan Bey’le Zübeyde Hanım’ın kızıdır. Rıdvan Bey, Galip Ali Paşa Rızvanbegoviç’in kendisinden büyük iki abisinin torunudur. Bu iki abinin adı tarihte Hacı Mustafa Bey (İstoliçe kaptanı) ve Hacı Mehmet Ali Bey (Hacun) olarak geçer. Hacı Mehmet Ali Bey’in karısı Kavalalalı Mehmet Ali Paşa’nın kızı Fatma Hanım’dır. Rıdvan Bey’in karısı Zübeyde Hanım da Galip Ali Paşa’nın kızı Uma Hanım’la meşhur Boşnak beyi Mehmet Firdus’un çocuklarıdır. Bu hanımefendi anne ve baba tarafından tam Boşnaktır. Rızvanbegovictir.
İsmail Bey’in tek evliliği vardır. 2 oğlu Ali Namık ve Ömer olmuştur. Alp soyadını taşırlar ve kızları Nazife Hanım ve Vasfiye Hanımdır.( Nazife Hanım benim anneannem Abide Hanım’ın annesidir. Kocası ise yine meşhur bir Boşnak ailenin oğlu olan Yusuf Bey’dir. Yusuf Bey’in annesi Devlet Hanım’dır ve Devlet Hanım Bosna’nın büyük ve asil ailelerinden Babiçler’in kızıdır. Yusuf Bey ise Bosna’nın meşhur ailelerinden Kadiç’lerdendir. (Alikadiç de denir) Vasfiye Hanım’ın kızı Nedime Hanım tarafından ise Ahmet Tarık Tekçe, Necip Tekçe ve Cemil Tekçe gelir. gördüğünüz gibi ailede sabetaycı değildir. Ferik Mehmet Ali Paşa’nın, ikinci oğlu Besalet Gerede’dir. Çocuksuz vefat etmiştir. Soyadı Yatağan’dır. Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda Kuvayi Milliye’de büyük hizmetleri olmuştur.
Üçüncü oğlu Ahmet Ziya (üç evlilik yapmış birincisi Nazife Hanım bundan oğlu Ali Rıdvan, ikinci eşi Zehra Hanım bundan kızı Emine Fethiye Sarper. Üçüncü eşi Zahide Tozan bundan çocukları Zeynep Vedia Bayman, M. Galip Tozan, Süleyman Faik, Ayşe Refiye Sezen’dir.)
Ferik Mehmet Ali Paşa’nın son oğlu da Hüsrev Gerede’dir. Kendisi Ali Kemali Bey’in kızı Lamia Hanım’la evlidir. 2 oğlu olmuş. Faruk ve Selçuk… Selçuk, Canan Gerede ile evlidir. Şima ve Bennu kızlarıdır.
Sayın Mahmut Çetin Bey,
Kitabınızda ayrıca dikkat ettiğim başka bir noktada Ferik Mehmet Ali Paşa’dan Hersekli diye bahsetmeniz. Hersekli tanımlaması bölge olarak doğru ama aile lakabı olarak yanlıştır. Hersekli lakabı en son Hersek dükü Stephan Hersek ve ailesinin kullanabileceği bir lakaptır. Bu aile İslamiyet’e geçtikten sonra Hersekli olarak anılmışlardır. Bunlardan biri de Dük’ün oğlu Sadrazam Hersekli Ahmet Paşa’dır. Başka bir konu da gerek Ferik Hüsnü Paşa’dan gerekse Ferik Mehmet Ali Paşa’dan Sultan Abdülhamit’e karşıtlıklarını belirtirken suçlar bir ifade kullanmanız. Sizin de bilmek zorunda olduğunuz gibi Osmanlı Sultanları kafese girip sarayda yaşamaya başladıkları andan itibaren Osmanlı’nın çöküşü başlamıştır. Çünkü sultanlar veliahtlarını da eğitilemez olmuşlardır. Sultan Abdülhamit de kafeste çok uzun süre yaşayan vehimi literatüre hastalık olarak geçmiş bir sultandır. Ve sultanlığının ilk 5 yılında yaptığı hatalar ve İngiliz yanı politikası ile Osmanlı’yı ne denli zorlukların içine soktuğu tüm dünyanın malumudur. Osmanlı askeri teşkilatında padişahla farklı düşünen paşalar her zaman olmuştur. Ama bu onların vatanseverliğinden hiç ödün vermez. Çünkü Mehmet Ali Paşa Osmanlı’nın en son zamanlarında Yenipazar’daki tüm askerlerin komutanıdır. Yine kendisi Ermeni isyanlarında Erzurum’daki redif alayının ve Muş’un komutanıdır. Zor şartlarda görev yaptığı Erzurum’da 1903’te vefat etmiş olup Murat Paşa Camii avlusunda gömülüdür. Erzurum’da eli açıklığı, vatanseverliği, hoşgörüsü ve dini inancı ile Erzurum halkı ve bölgenin tarihini yazan tarihçilerce takdir edilir.
Demek istediğim kısaca şudur. Bizler tüm Rızvanbegovic torunları Bosna Hersek’in mavi ve yeşilini al zemin üzerindeki Ayyıldız’la bezemenin onurunu taşımaktayız. Atalarımızın bogomil kökenli güney slav olmasından hiç gocunmayarak bu vatanın asli unsuru olarak şerefle bu bayrağı 550 senedir taşıyoruz.
Evet ben de müslüman olmayan bir beyle evliyim. Ama bu benim dini inancıma ve bu Cumhuriyetin çocuğu olma hasletimi engellemez.
Sonsuz saygılarımla…
Hacer Mirgül Eren Griffe