Cafer-i Sadık .

tabiin

On iki imamın altıncısı ve İslam alimlerinin büyüklerinden. Eshâb-ı kirâmı görmekle şereflenen Tâbiîn devrinin ve evliyânın yükseklerinden. Kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlimlerin dördüncüsüdür. Künyesi, Ebû Abdullah’tır. Tâhir, Fâdıl gibi lakabları vardır. En meşhûru Sâdık’tır. Babası Muhammed Bâkır, onun babası İmâm-ı Zeynelâbidîn, onun babası hazret-i Hüseyin ve onun babası da hazret-i Ali’dir. Annesi Ümmü Ferve olup, hazret-i Ebû Bekr’in neslindendir. 702 (H.83)de Medîne-i münevverede doğdu ve 765 (H. 148) senesinde aynı yerde vefât etti. Kabri, Cennet-ül-Bakî’de olup, babası ve dedesi yanındadır.

İmâm-ı Câfer, ilmi, babası Muhammed Bâkır’dan öğrendi. İlim ve fâzîlette zamânının bir tânesi oldu. Bütün din bilgilerinde olduğu gibi, zamânının bütün fen ilimlerinde de söz sâhibiydi. Yetiştirdiği talebeler, cebir ve kimyâ ilimlerinde çeşitli keşifler yapmışlar, bu ilimlerin temel sistematiğini kurmuşlardır. Fizik ve kimyâ ilimlerinin konusunu teşkil eden madde ve onlar üzerindeki bilgisi o kadar çoktu ki, bu hususlarda zamânında yaşayan herkese akıl, ilim hocalığı yapardı. Kimyânın babası sayılan Câbir de, Câfer-i Sâdık’ın talebesidir.

İmâm-ı Câfer’in en meşhur talebesi Hanefî mezhebinin kurucusu ve Ehl-i sünnetin reisi olan İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbit’tir. İmâm-ı A’zam Câfer-i Sâdık’ın derslerine ve sohbetlerine devâm ederek, o gizli ve âşikâr mârifet kaynağından ilim ve evliyâlık yolunda çok istifâde etti. İmâm-ı A’zam, onun huzûrunda kavuştuğu yüksek mertebeleri anlatmak için; “O iki sene olmasaydı, Nu’mân helâk olmuştu!” buyurmuştur. İmâm-ı A’zam, bu sözüyle hocası Câfer-i Sâdık hazretlerinin büyüklüğünü, kıymetini, kavuştuğu dereceleri anlatmak istemiştir.

Bütün tasavvuf yolları, Câfer-i Sâdık hazretlerinde birleşmektedir. İmâm-ı Câfer-i Sâdık iki yoldan Resûlullah’a bağlıdır. Birisi babalarının yolu olup, hazret-i Ali vâsıtasıyla Resûlullah’a ulaşır. Buna Vilâyet yolu denir. İkincisi, annesi tarafından dedelerinin yolu olup, hazret-i Ebû Bekr vâsıtasıyla Resûlullah’a bağlanmaktadır. Bu yola da Nübüvvet yolu denir.

Tefsir ilmindeki derecesi pek yüksekti. Namaz kılarken kendinden geçip, düştüğü olurdu. Pekçok kerâmeti görülmüş ve menkıbeleri kitaplarda yazılmıştır. İnce mârifetleri bildiren sözleri nükte ve latîfeleri pek meşhûrdur.

Buyurdu ki:

Nefsi için nefsi ile mücâdele eden, kerâmete kavuşur. Nefsi ile Allah için mücâdele eden Allahü teâlâya kavuşur.

Beş kimseyle berâber bulunmaktan sakının: Birincisi,yalan söyleyendir. Devamlı ona aldanırsınız. İkincisi ahmak, aklı az olandır. Sana iyilik yapayım derken, kötülük yapar. Üçüncüsü cimridir. En çok işine yarayacağı zaman seni bırakır. Dördüncüsü kötü kalbli kimse olup, menfaatine kavuşmak için seni harcar. Beşincisi fâsık, yâni açıkça günah işleyendir. Seni bir lokma ekmeğe satar.

Bir mümin kardeşine âit sevmediğin bir iş duyarsan, birden yetmişe kadar özür kapısı araştır. Bulamazsan, “Belki benim anlayamadığım bir özür vardır!” de ve kapa.

Müslüman kardeşinizden mânâsını anlayamadığımız bir söz duyarsanız, iyiye yorunuz. En güzel bir şekilde yorumlayınız. Anlayamamaktan dolayı kendinizi ayıplayınız.

Bir kimsenin rızkı daralırsa, istiğfâra devam etsin.

Namaz, her takva sâhibi için yakınlıktır. Hac her güçsüzün cihâdıdır. Bedenin zekâtı oruçtur. Amel etmeden, iş yapmadan karşılık bekleyen, yaysız ok atana benzer.

Ana-babasını üzen, onlara isyân etmiş olur. Musîbet zamânında dizini döven, sevâbından mahrûm olur. Allahü teâlâ, sabrı, musîbet miktarınca indirir.

Takvâdan üstün azık yoktur. Susmaktan güzel şey yoktur. Bilgisizlikten zararlı düşman yoktur. Yalandan büyük hastalık yoktur.

Ey oğlum, insanlara kızmaktan çok sakın, sana da kızarlar. Boş iş ve söze karışmaktan sakın, aşağılanırsın. Laf taşımaktan çok sakın. Çünkü söz taşımak insanların kalbinde düşmanlığı arttırır. İnsanların ayıplarını görme, insanların ayıplarını gören onların hedefi olur.”

Şiîler, kendilerine Câferî diyorlar. Bu Câferîlerin İmâm-ı Câfer-i Sâdık’la ilgileri yoktur. Şiîlerin bugün ellerinde bulunan hadis ve fıkıh kitaplarını, Ebû Câfer Muhammed bin Yâkûb Küleynî ile Ebû Câfer Muhammed bin Hasan Kummî yazdıkları için kendilerine Câferî diyorlar.