X

Cavid Ersen

Cavid Ersen

gazeteci, yazar, romancı

29 Mart 1921 tarihinde Adana’da doğdu.

Kuvayı Milliye ruhu ile dolu bir ailenin evladıdır. İlk eseri Adana’nın kahramanlık hikâyesini dramatize eden “Çeteler” adlı oyun. Çeteler, beş perdelik bir trajedi. 9 Ocak 1949 tarihinde sahnelendi.

Bu milli eserin yazarı olarak 1949’larda Adana Halkevi’nden uzaklaştırıldı.

Eser, Adana çevre il ve ilçelerinde temsil edildi. Daha sonra Adana Şehir Tiyatrosu’nun kurucusu oldu. Burada “Taşkınlar Lokali” ile “Melekler ve Şeytanlar” isimli oyunları temsil edildi.

Milli uyanışı aksettiren “Cephe Gerisi” isimli eseri sahnelendikten sonra Adana Şehir Tiyatrosu’na veda etti.

İdealist bir yazar olan Cavid Ersen’in bütün hayatı eser vermekle geçti.

“Melekler ve Şeytanlar”, “Annesini Kurtaran Kahraman Çocuk”, “Fakirler”, “Vefasız”, “Mektup” gibi ilk eserlerini yirmili yaşlarından itibaren Türk okuyucusuna sundu.

Öğretmenlik yaptı. Türk eğitiminin ıslahı için önemli eserler kaleme aldı. Ödüllendirileceği yerde 29 Mart 1956 tarihinde öğretmenlik mesleğinden uzaklaştırıldı.

Kalemiyle geçinen yazar durup dinlenmeksizin yazdı.

21 Ocak 2003 tarihinde İstanbul’da vefat etti.

ESERLERİ:

Cavit Ersen’in ilk eseri 1944’te yayınlanan “Günahkâr sokaklar” isimli romanıdır.

Bu eseri ‘mistik şiirler’ diye adlandırdığı üç kitap takip ediyor: “Fakirler”, “Mektup” ve “Sefiller” kitapları ise 1945’te Adana’da yayınlanır.

Siyasi yazılarını ise 1954’te “Gün Doğarken” isimli eserinde toplar.

Yazarın 1956’da okul ders kitapları yazdığını görüyoruz. Öğretmenlikten gelen birikimini kitaplara aktarır. Bu yıl içinde yayınlanan asıl önemli eseri “Benim Üniversitem” adını taşır. Milli Eğitim tavsiyeli bu eserde Ersen milli bir eğitim modeli önerir ve uygulanmasını talep eder. Büyük yankılar uyandıran bu kitap, geniş kesimler tarafından okunur.

Cavid Ersen’in Adana’da oynayan “Çeteler” isimli eseri ile 5 perdelik bir trajedi olan piyesi “Cephe Gerisi” oldukça önemli. “Taşkınlar Lokali” adlı üç perdelik oyun da ilgi çekici.

“Osman Gazi”, “Orhan Gazi”, “Selahaddini Eyyübi” ve “Murad Hüdavendigâr”, “Fatih Sultan Mehmet”, “Battal Gazi” gibi eserleri de bulunuyor.

Ancak romancımızın ilk yankı uyandıran eseri “Kızıl Zindanlar” 1967’de yayınlanır ve defalarca basılır. Bunu 1970’te basılan “Kara Zindanlar” takip eder. “Zindanlar” ise 1971 de yayınlanır ve bir nehir roman oluşur.

1970’li yıllar Cavid Ersen’in en velut olduğu dönemdir. Ardarda şu eserleri yayınlanır. “Başbuğ”, “Fadime”, “Hürriyet Mücadelesi”, “Beyaz İhtilal”, “Boğata” ve “Hepimizin Kavgası”.

Yazarın ilk romanı “Aşkın Gözyaşları” ve “Mefkureci Öğretmen” isimli kitabı henüz yayınlanmadı.

AİLE

Babası Gümüşgerdanoğlu Mü’min Hasan Efendi’nin oğlu, Muallim Ömer Nazım Beğ’dir. Annesi Süreyya hanım, şairdir. Bu aile, şecere itibariyle, bir yandan Ramazanoğlu ailesiyle de akrabadır.

SÖYLEŞİ

Tarihimize dönüş şart

Sosyal romanlarının yanısıra tarihî romanlarıyla da tanınan Cavid Ersen, “Tarihimizle barışmak zorundayız” diyor.

MEHMET NURİ YARDIM

80 yıllık bereketli ömrünü Allah yoluna, vatan ve millet uğruna harcamış bir abide şahsiyeti, değerli bir mütefekkiri, müstesna bir romancıyı yeniden tanıtmak istiyorum. 1970’li yılların efsanevi yazarı, gönül insanı, dava ve mefkure adamı Cavid Ersen! Cavid Ersen bir dönemin kalem savaşçısı. Edebiyatımızın cengaveri. Onu tanıyanlar tanıyor. Zamanında kitapları ve romanlarıyla beslenenler, bugün şükranla minnetle hatırlıyorlar kendisini. Cavid Ersen ismi ve özellikle “Kızıl Zindanlar” isimli eseri, bir çok yürekte heyecanlanmalara sebep oluyor. Yaşları gereği Cavid Ersen’i duymamış olanlar da var. Çünkü maalesef bizim fikir hayatımızda, edebiyat dünyamızda bir devamlılıktan söz edilemiyor. Bir zamanların anlı şanlı kalemleri bir dönem
sonra unutulabiliyor veya unutturulabiliyor. Genç okuyucular haklı olarak duymamış olabilirler Cavid Ersen ismini.Yazarlar sözlüğünde bile ismine tesadüf edilmiyor çünkü. Ziyanı yok, şu anda kendisi aramızda, sevgisi yüreğimizde.

“Kızıl Zindanlar” hakkında merhum Ahmet Kabaklı şu değerlendirmeyi yapar: “Cavid Ersen’in ‘Kızıl Zindanlar’ı, gençlerimize ve insanlarımıza musallat olan büyük tehlikenin, en temiz üslûp, milliyetçi, vatancı niyet ve usta romancı tekniği ile, edebiyata, romana geçişidir. Yılan ağzından inci damlatılır gibi göz boyamaya yönelmiş, Türk neslini yıkmaya kasıtlı, çok eski düşmanın, bugün içerde ve dışarda dost görünmeye kalkan çehresini, maskesi sökülmüş canavarlar halinde Cavid Ersen’in ‘Kızıl Zindanlar’ında görünüz…

İlerde bir gün, Kızıl Zindanlar’ın, bütün nurlara, insanlıklara, bütün nimetlere kafa tutan bir istibdat rejimi uşaklarına karşı Türklerin, her zamanki gibi şuurlu bir mukavemet cephesi kurabileceğini savunan vesikalarla hazırlandığını düşünerek, kapalı berzahlara düşmemek için, bu romanın ruhuna, mânâsına giriniz…”

Gün olur, bir gecekonduya sığınır. Soğuktan titreyen çocuklarıyla perişan olur. Lamba ışığında roman yazmaya devam eder. Bir çok çileler çeker, acılar yaşar, ama herşeye rağmen azminden, sebatından ve inandığı, hak bildiği davasından asla ayrılmaz. Az eşyalı gecekondusunda soğuktan titreyen çocuklariyle perişan olur, lâmba ışığında çalışır, roman yazar. Yaşama ümitleri kaybolan aile fertleri dağılır. Yuvası yıkılan Ersen, çırpınır ama ne devlet kademelerinde ne de özel sektörde hiçbir iş bulamaz. Bütün dostlarına şu temennide bulunur:

“Bir gün ben de fani olan bu hayatı terk edip gideceğim. Unutmayınız ki, bir gün sizler de bu fani hayatı, doyamadan terk edip gideceksiniz. Temenni ederim ki, sizler de Kızıl Zindanlar yazarı olarak ben de tâviz vermeden, Türk İslâm düşüncesinin sahibi olduğumuza inanarak bu fani hayattan uzaklaşırız.” Cavid Ersen’i uzun yılların ardından bulup konuştuk. Doğrusu biraz topluma küskün bir insan ararken tam tersine son derece vakur duruşlu, mütevekkil ve hoşgörülü olgun bir insan gördük karşımızda. İlk cümlesi, “Ben yıllardan beri inzivaya çekilmiş iken, daima ümit içeririsinde sizlerin gelmesini bekliyordum. Bu ümidi hep yüreğimde taşıdım” dedi . Bir çay bahçesinde oturduk. Sorduğumuz bütün sorulara tek tek cevap verdi. Tevazuun abidesi Cavit
Bey, destansı hayatını , “Bir demdi geldi geçti, o mücadelenin içinde biz de nefer olarak yer aldık” diyordu.

Necip Fazıl’dan, Peyami Safa, Tarık Buğra ve Arif Nihat Asya gibi değerli şair ve yazarlarla olan müşterek hatıralarını anlattı.

Uzun süren suskunluk dönemini kapatan, yaklaşık yirmi yıldır herhangi bir konuda açıklama yapmayan ve inzivadaki köşesinde memleketimizde cereyan eden hadiseleri seyreden Cavid Ersen, millet olarak tarihimizle barışma zamanının gelip geçtiğini söyledi konuşmamızda. Özellikle “Kızıl Zindanlar” ve “Kara Zindanlar” romanlarıyla geniş bir okuyucu kesimine ulaşan Ersen, diğer bir çok yazar gibi şiirle başlamamış edebiyat dünyasına. “Hikâye ve şiirle başlamadım ben. Romanla başladım yazmaya. Bütün gayem tanınmış romancı olmaktı, kabıma sığamıyordum. Ama basılmadı. Çok tashihlere muhtaçtı. 13 yaşındaki bir insan roman yazamaz. Ama içimde öyle bir güç geliyor, öyle bir ilham geliyor, öyle bir hayal denizinde yüzüyordum ki o doğal güzellikler, çam ağaçları, söğüt ağaçları, pınarlar… Orada yalnızlığı tercih ediyor, elimde kalem defter, yazıyor, yazıyordum” diyor. “Bu romanı daha sonra yeniden ele aldınız mı?” şeklindeki sorumuza Ersen’in cevabı müspet değil. “Hayır, diyor. 13 yaşındaki bir çocuğun romanı ne olabilir. Cavid Ersen, kendisiyle yaptığımız mülâkatta geçmiş çalışmalarını, yaşadıklarını, tarihî ve sosyal eserleriyle hatıralarını anlattı. İşte sorularımız ve cevapları.

– İlk piyesiniz “Çeteler”in büyük yankılar uyandırmasından sonra tiyatro eseri olarak neler yazdınız?

– ERSEN: Ondan sonra “Taşkınlar Lokali” diye üç perdelik bir komedi yazdım. Bunlar Adana’nın ilçelerinde oynandı. Kendim de başrol oynadım. Aynı zamanda rejisörlük yaptım.

– Daha sonra Adana’dan ayrıldığınızı, Şehir Tiyatroları’ndan istifa ettiğinizi biliyoruz, niçin?

– ERSEN: Bir hürriyet mücadelesi başladı. Cumhuriyet Halk Partisi ve Demokrat Parti arasındaki mücadele. Ben bunlara şahit olunca demokrasiye karşı içimde büyük bir heves duydum. Ben de bu mücadelenin içine katılayım diye içimden duygular geçti. Ve bu duyguların sonucu olarak “Beyaz İhtilal” diye bir eser yazdım. “Günahkar Sokaklar” ve “Benim Üniversitem”den sonra önemli bir eserdi o. Bu kitabın beşinci baskısı da yapıldı.

– “Beyaz İhtilal”de Demokrat Parti’nin, milletin teveccühüne mazhar oluşunu anlatıyorsunuz değil mi?

– ERSEN: Evet ve öğretmenlik mesleğimden. 15 yıl sonra ayrılmak zorunda kaldım. Sultanahmet’te bir kanapede otururken bir gazete küpürü rüzgârla ayaklarımın altına geldi ve okuyayım dedim. Okudum. Yeni İstanbul gazetesi için eleman arandığını bildirir bir ilandı. Oraya müracaat ettim. Adana’dan geldikten sonra kurduğum tiyatro tahsisat yokluğundan kapandı. Gazeteciliğe Yeni İstanbul’da başladım. 1956’larda… 1969’a kadar orada muhabirlik ve sekreterlik yaptım.

– Kimler vardı gazetede?

– ERSEN: Gökhan Evliyaoğlu vardı. Başyazardı. Aslında o gazete Habib Edip Törehan isimli zengin bir iş adamınındı. Ve 27 Mayıs İhtilali’nden sonra İsviçre’ye kaçtı oraya yerleşti. Gazetesini de Yılmaz Poda diye birine bıraktı. Müvekkiliydi. Yılmaz Poda da şimdiki Star’ın sahipleri Uzanlara gazeteyi devretti. Hatırladığım kadarıyla Kemal Uzan da gazetenin başyazarı Gökhan Evliyaoğlu’nu, yazı işleri müdürü Hami Tezkan’ı ve bir çoklarını gazeteden uzaklaştırdılar. Ben de 1969 senesinde Babıali’de Sabah gazetesine geldim. Şimdi kimbilir o güzel çocuk, o güzel adam, o vatanperver, vatanının milletini seven Cihangir Mutgil isimli delikanlı nerededir? O zaman hem gazetede çalışıyor, hem de okuyordu. Bu genç arkadaş, “Abi dedi, sen güzel
yazıyorsun.” Ben de o zamanlar “Kızıl Zindanlar”I tefrika ediyorum. Roman Babıali’de Sabah gazetesinde tefrika edilince çok ilgi gördü. Dedi ki, “Herşey benden, bunu basalım.” Tabettirdik. Birkaç yere imzalayıp verdik. Bir sabah, Babıali’de Sabah gazetesinin başmakalesinde muazzam bi-

Romanın hacmi de büyüdü değil mi?

– ERSEN: Çok büyüdü. Ve bir çok edebiyat öğretmeni kompozisyon ödevi olarak bu romanı öğrencilere tavsiye etti. Harıl harıl kitaplardan aldılar. Eserin muhtevası hakkında fikirlerini sayfalara döktüler. Böyle bir alem içinde Sinan’la 1969 yılında tanışmak ve –afedersiniz- zirveye çıkmak takdir oldu.

– Kızıl Zindanlar, Kara Zindanlar ve Zindanlar… Bu üçü nehir roman… Türkiye genelinde çok okundu, ilgi gördü. Neler hissettiniz. Türk insanı bu romanlara niçin bu kadar çok ilgi gösterdi?

– ERSEN: Bunu şu şekilde izah edeyim. Ben gençlik yıllarımda Kuvayı Milliye ruhuyla yetişen bir neslin gençlerinden idim. Orada o zaman büyük büyük bir birlik ve beraberlik şuuru vardı. Kurtuluş Savaşı’ndan çıkmış bir millet. Henüz 15 milyon nüfusu olan bir Türkiye’yi düşünün. Herkes birbirini seviyor ve sayıyor. O ruhla yetişen bir insandım. Yıllar geçti, Halkevi’nde ve bir çok
salonlarda toplantılar yapılmaya başlandı. Orada gençler bölünüp parçalanmaya başladılar. 1917 yılında Rusya’da Lenin’in darbesiyle Çar’lık yıkılmış ve Rusya’dan, bütün dünya milletleri bünyesine ajanlar gönderilmek suretiyle milletler bünyesinde bir tahribat yapılmak istenmişti. Gittikçe bu ideolojide muvaffak olanlar, Türkiye’de de kendilerini göstermek istemişler. Ve biz o hengame içerisinde, Kuvayı Milliye ruhu içinde yetiştiğimiz için bu gelecek felaketleri sezerek Kızıl Zindanlar’da bir çok mesajlar vermek mecburiyetde hissettik kendimizi.

– Tarihî konularıyla ilgi uyandıran Orhan Gazi, Osman Gazi, Selahaddini Eyyübi, Murat Hüdavendigâr gibi eserleriniz var. Bu kitaplarınızla sanırım toplumumuza milli bir tarih şuuru vermek istediniz.
İki yıl önce Osmanlı Devleti’nin 700’ncü kuruluş yıldönümü münasebetiyle çeşitli faaliyetler yapıldı. Devleti temsil eden Kültür Bakanı İstemihan Talay, Cumhuriyet’in Osmanlı’yla barıştığını ilan etti. Siz, bu romanlarınızla tarih bilgimiz ile mazi sevgimizde bir eksiklik gördüğünüz için mi bu tarz eserleri kaleme aldınız?

– ERSEN: Çok doğru söylüyorsunuz. Türkiye’de gerçek tarih hiç bir okulda hiçbir tarih kitabında yazılmış değil. Gerçek tarih çok önemli. Gerçek tarihi tetkik ettim ki ne entrikalarla koca bir imparatorluk yıkılmış, yıktırılmış ve bugünkü tarih kitapları maalesef bunlardan dış güçlerin ve iç güçlerin telkin ve tesirleriyle yanıltılıp aldatılmışız. Bütün mesele bu. Ben bunu tetkik ettikten sonra gerçek bir Türk tarihindeki kahramanlığımızı, Türk İslam ahlâk ve faziletiyle yoğrulmuş devrin padişahlarını, sultanlarını, kahramanlarını vermek istedim. Bu seriyi Fatih Sultan Mehmed’e kadar hazırladım. Şu anda Fatih Sultan Mehmet kitabı kayıp. Bir de Battal Gazi’miz vardı. Çok emek verdiğim. O da İsmail Ünalmış’da. Ne oldu bilmiyorum.

– Gelelim edebiyata. Türk edebiyatındaki şu anki durumu nasıl görüyorsunuz. Yeni şairler, yazarları nasıl buluyorsunuz. Edebiyat ve fikir hayatımızdaki seviyeyi beğeniyor musunuz?

– ERSEN: Ben şimdi yıllardan beri bir çok karmaşık olayların içinde inzivaya çekilmiş ve daima ümit içerisinde sizleri, değerli edebiyatçılarımızı bekler duruma gelmiştim. Yazmanın ve okumanın dışında kalmıştım. Vatanını milletini seven yazarlarımız romancılarımız var. Fakat bugünkü basın hayatımızda elle tutulur bir kaç gazeteden başka diğerleri maalesef dış güçlerle, iç güçlerin hegomanyası altında gayrı milli neşriyatlar yapmakta. Biz başka şekilde yetiştik. Kuvayı Milliye ruhuyla yetiştik. Sevgiye ve saygıya dayalı bir neslin içindeydik. Yıllar yılları kovaladı. Öyle hallere geldik ki kamplara bölünmek durumunda kaldık. Ve darbeler oldu. Hükümetler devrildi, yeni hükümetler kuruldu, demokrasi demokrasi diye feryat ettik. İçimden gelen hisler ve duygularla o bir kuş gibi kanatlarını çırparak omuzlarımıza kondu ve sabahleyin yaprakların üzerine konan jaleler bir kahkahayla bir güzgâr
esiyişle nasıl yok olurlarsa demokrasimiz de böyle öldü. Ve hâlâ çok ileri gitmemize rağmen hürriyet ve demokrasiyi arar durur.

– Bugüne kadar pek çok önemli fikir ve edebiyat adamıyla dostluğunuz oldu. Biraz da bu şahsiyetlerden bahseder misiniz?

– ERSEN: Yeni İstanbul’da iken Nizamettin Nazif (Tepedelenlioğlu) isimli yiğit bir arkadaşım vardı. O bayramlarda bir gazete çıkartırdı. Bana da başmakale yazdırırdı. Sonra o ayrıldıktan sonra rahmetli Necip Fazıl Kısakürek’le müşerref olduk. Aynı odada makalesini yazar, bana da okuturdu. “Nasıl olmuş?” diye sorardı. Ben de “Çok güzel olmuş” derdim. Sonra Sabah gazetesine geçtim. Gene üstad rahmetli Necip Fazıl beyle beraber çalıştık.

– Ya Peyami Safa ile…

– ERSEN: Peyami Safa ile bir kaç kere Milliyet gazetesinde iken görüşmek nasip oldu. Ona “Benim Üniversitem” isimli kitabımı imzalayıp takdim ettim. Bana “Sen mi yazdın bunu?” diye sordu. “Ben yazdım hocam” dedim. “Aferin aferin” dedi. “Sen ne güzel şeyler yazmışsın. Kitabın sayfalarını karıştırdı. Memnuniyetle “gene gel görüşelim” dedi. Bir kaç kere çayını içmek nasip oldu.
Ben evine ailesine kapanık bir insanım. İşimden çıkar evime gelirdim. Gece saat 2’de kalkardım. Ta sabahın 4’üne kadar yazardım. O piyesleri böyle hep geceleri yazmışımdır. Ben yıllarca bu eserleri bu saatlerde yazdım.

– Peki Arif Nihat Asya?

– ERSEN: Çok samimi arkadaşımdı. Adana’dan İstanbul’a geldi. Hemşehrim… Onunla çok güzel günlerimiz geçti. İstanbul’da oturuyorum. Bir gün baktım kapı vuruldu. Açtım, baktım Arif Nihat. “Oooo hocam” dedim. Ellerinden öptüm, yanak yanağa öpüştük. Bizim Sabah gazetesinde onun rubaileri yayınlanıyor. Her sabah bana gelir. Daktilonun başına geçerim.O söyler ben yazarım. “Tashihini de yap bakalım” derdi. Bakardım. “Hocam hiç bir şey yok. Çok güzel söylemişsiniz. Bir
de siz okuyun” derdim.

– Tarık Buğra ile de akran ve dosttunuz değil mi?

– ERSEN: Evet Tarık Buğra ile aynı gazetede çalıştık. Yazıişleri müdürüydü. Gelirdi benim odama. Hasbihal ederdik. “Haydi derdi, neden bir şeyler yazmıyorsun, neden boş duruyorsun?” diyerek teşvik ederdi. Uzun süre bir dostluk beraberliği içindeydik.

– Can ciğer dostunuz Darendelioğlu’nu unutmayalım…

– ERSEN: İlhan Darendelioğlu, benim kırk yıllık dostumdu. Bir gün bir toplulukta, “Eğer Cavid Ersen bey olmasaydı, ben şimdi bir köşede çekilmiş Toprak mecmuasıyla haşir neşir kalmış olacaktım” dedi. Ben hangi gazeteye gittiysem şart koştum. Hergün gazetesinde Tahir Kutsi’yle görüştüm. Ona bir istikamet verdim. “Hepimizin Kavgası”nda geniş şekilde anlattım bunu. Özetle şu: “Hergün gazetesi dağdaki çobana da ulaşacak.” Orda bir kadro kurduk Tahir Kutsi’yle. Reklamlar aldık. Abdurrahim Balcıoğlu gibi dostlarım vardı. Bana Tahir Kutsi Makal yetki verince, Necdet Sevinç’e gittim. Milliyetçi bir gazete diye afişler yapıyordu. Mehmet Emin Alpkan’ın gazetesi Bizim Anadolu’da yazıyordu. Ona dedim ki, “Bu bir dava meselesi. Bir tarafta gazete, bir tarafta davamız” Kalkıp geldi ve gazeteyi büyüttük. O zaman 30 bin tiraja ulaşmıştı Hergün.

– Merhum gazeteci ağabeyimiz Mehmet Emin Alpkan’dan da bahseder misiniz biraz.

– ERSEN: Yeni İstanbul gazetesinde çalışırken gazeteye yazıişleri müdürüne telefon ediyor. Diyor ki “Bizim Taşkent’te bir toplantımız olacak nüfus sayımı için. Bir güçlü yazar, gazeteci istiyorum”. Beni tavsiye etti müdür. Baktım çok tatlı bir adam. Görüştük. Taşkent’e gittik, röportajlar yaptım. O zaman başlayan dostluğumuz uzun zaman devam etti. Halen rahatsızlığı devam eden İrfan Atagün dostumuz vardı. Ömer Öztürkmen bey de keza. Ömer bey gazetecilikte beni çok desteklemiştir. Ergun Göze beyle birlikte Babıali’de Sabah gazetesinde çalıştık. Bu şahsiyetlerle aynı nesildeniz. Ulu gayeye varmak için onlar bize ışık tutmuş. Biz de yeni yetişen nesle bir ışık tuttuysak ne mutlu bize.

HAKKINDA YAZILANLAR

Cavid Ersen toplantısı
Türkiye 28 Mart 2001

Yıllardan beri suskunluğunu koruyan, bir dönemin en meşhur milliyetçi yazarları arasında ilk sırayı alan romancı Cavid Ersen, 80’inci yaşını 28 Mart 2001 Çarşamba günü saat 17.00’de Türk Edebiyatı Vakfı’nın Sultanahmet’teki merkezinde kutladı.

1970’li yılların efsane romancısı Cavid Ersen, toplantıda dramlarla dolu hayatını, mücadelelerini ve yazarlığını anlattı.Mehmet Nuri Yardım’ın yönettiği toplantıda Yard. Doç. Dr. Erol Ülgen romancının tarihî romanlarının edebiyatımızdaki değeri üzerinde durdu.

Yayıncı Sinan Yıldız ise Cavid Ersen’le tanışmasını ve kitaplarını nasıl yayınlamaya başladığını dile getirdi.

Kategoriler: C
Benzer Biyografiler