X

Celaleddin Lauder Brunton

Alen Ara Küçükboyaciyan

Meşhur bir İngiliz ailesinden gelen ve baronet ünvanını taşıyan Sir Brunton, Oxford Üniversitesinden mezun olup, yayınları ile şöhret yapmıştır.

Niçin müslüman oldum ?

Bana niçin müslüman olduğumu bildirmek fırsatını verdiğiniz için, size minnet borçluyum. Ben, hıristiyan bir anne ve babanın tesiri altında büyüdüm. Genç yaşımda, ilahiyat ile de meşgul oldum. Misyonerlerle tanıştım ve onların yabancı memleketlerdeki fealiyetleri ile yakından alakadar oldum. Kalbimden onlara yardım arzusu gelmişti. Resmen bir vazife almadan, onlarla birlikde seyahate çıktım. Doğrusunu söylemek gerekirse, din dersleri aldığım halde, hıristiyanlığın “insanların günahkar olarak dünyaya geldiği ve dünyada muhakkak çile çekmesi icab ettiği” nazariyesi, bana garip geliyordu. Bu nazariyeye isyan ediyordum.Bu sebeple yavaş yavaş hıristiyanlıkdan nefret etmeğe başlamıştım. Zira ben, kendisinde her şeyi yaratabilmek kudreti bulunan Allahu tealanın yalnız günahkar mahluklar yaratmasını, Onun kudret ve merhametine yakıştıramıyor, bunun için, Allahu tealayı böyle tavsif eden bir dinin hakiki olamayacağını düşünüyordum. Acaba başka dinler bu hususta ne telkin ediyor diye, diğer dinleri de tetkik etmeğe karar verdim. Kalbimde, adil, merhametli, müşfik bir ilaha büyük bir ihtiyaç duyuyor, böyle bir Allahı arıyordum. Acaba, İsa aleyhisselamın getirdiği hakiki nasrani dini bu muydu? Yoksa Onun telkin ettiği temiz din, zamanla bozulmuş muydu? Bunları düşündükçe, kalbimdeki şüpheler çoğalıyor, o zaman, bugün geçerli olan Kitab-ı mukaddesi tekrar elime alıyor, karıştırmağa başlıyor ve her defasında içinde birçok eksikler ve anlaşılmaz hususlar bulunduğunu görüyordum. Sonunda, bende şu kanaat hasıl oldu ki, bu kitap İsa aleyhisselamın yaydığı hakiki dinin kitabı değildir. İnsanlar, İncil’e birçok yanlış kaideler koymuşlar ve Allahu tealanın doğru kitabını bozmuşlardır.

Ben bu kanaate vardıktan sonra, artık misyonerle beraber gitdiğimiz memleketlerde rastladığımız insanlara, elimizdeki İncil’i okuyacak yerde, başka telkinlerde bulunuyordum. Onlara Tanrı, Tanrının oğlu ve Ruh-ul-kuds gibi üçlü tanrıdan bahsetmek yerine, insanlarda, beden öldüğü zaman ölmez bir ruh bulunduğundan, insanları bir büyük halıkın yaratdığından, bu büyük halıkın insanları günahları sebebiyle hem bu dünyada hem de ahiretde cezalandıracağından, ancak çok merhametli olan bu büyük halıkın, eğer insanlar yaptıklarına pişman olursa, onların günahlarını affedeceğinden bahsediyordum.

Gün geçdikçe, artık tamamen tek Allaha inanmağa başlamıştım. Hakikate tam varmak için, daha derinlere inmek istiyordum. İşte bu zaman, İslam dinini tetkik etmeğe başladım. Bu din, beni o kadar cezbetti ki, bütün günümü ona vakfettim.Bulunduğum mahal, Hindistan’da şehirlerden uzak, kimsenin ismini bile duymadığı Ichra adında bir köydü. Bu köyde yaşayanlar, pek fakir, pek sefil tabakadan insanlardı. Onlara, sırf Allahu tealanın rızası için tek ve merhametli bir halıkın var olduğunu anlatmağa, dünyada takip etmeleri gereken doğru yolu öğretmeğe çalışıyordum. Onların birbiri ile kardeş olduklarını, temizliğe çok ehemmiyet vermek lazım olduğunu da öğretmeğe uğraşıyordum. Ne garib ki, bütün bu öğretmeğe çalıştığım hususlar, hıristiyanlıkta değil, ancak müslümanlıkta vardı ve ben bir hıristiyan misyoner gibi değil, tam bir müslüman din adamı gibi telkinlerde bulunuyordum.

Bu ıssız, tenha yerde ve bu cahil halk arasında nasıl uğraşdığımı, ne kadar fedakarlık yaptığımı, ne gibi müşkilat ile karşılaşdığımı size uzun uzadıya ifade edecek değilim. Bütün düşüncem, bu zevallı insanları ruhen ve bedenen temizliğe kavuşturmak, onlara büyük bir halıkın varlığını öğretmekten ibaretti.

Yalnız kaldığım zaman, Muhammed aleyhisselamın hayatını inceliyordum. Onun hakiki hayatı hakkında İngilizce pek az kitap yazılmış ve Onu tenkit etmek, lekelemek ve bu büyük Peygamberi yalancılıkla itham etmek için, hıristiyanlar tarafından ne yapılmak lazımsa yapılmıştı. Fakat, ben şimdi bu düşmanca yazılı kitabların tesirleri altında kalmadan, İslamiyeti tam bir insaf ile inceliyordum. Bu tetkiklerim sürdükce, İslamiyetin, tek Allahı ve hakikati en doğru olarak ortaya çıkaran hak din olduğunu kabul etmek lazım geldiğini iyice anladım.

Muhammed “sallallahu teala aleyhi ve sellem” gibi bir büyük Peygamberin, insanlığa yaptığı hizmetleri öğrendikce, Onun peygamberliğini inkar etmenin imkanı yoktu. O muhakkak Allahu tealanın Resulü idi. O ancak; Allahu tealanın lutfu ile, vahşet ve cehalet içinde yaşayan, bir çok putlara tapan, hurafelere inanan, yarı çıplak bir halde, bir çok kadınlarla hayvanca bir hayat süren Arapları, kısa bir zaman içinde, Allahu tealaya iman eden, medeni, temiz, dürüst, kadına hak tanıyan, iyi ve yumuşak huylu insanlar haline getirdi. Bir insan, Allahu tealanın lutfu, yardımı olmadan böyle birşeyi hiç bir zaman başaramaz. İçinde birkaç yüz kişi bulunan bu köyde, benim ne kadar zahmet çekerek uğraştığımı ve hala bu zevallı insanları doğru yola sokamadığımı düşündükçe, Muhammed “sallallahu teala aleyhi ve sellem”in eseri, gözümde gittikce daha büyüyordu. Hayır, ancak Allahu tealanın Resulü böyle bir işi başarabilirdi. Onun Peygamberliğine can-ı gönülden inanmak lazımdı.

İslam dininde bulunan, daha pek çok güzel hususlardan ayrıca bahsetmeğe lüzum görmüyorum. Çünkü, Allahu tealayı ve Muhammed aleyhisselamın peygamberliğini kabul ettikden sonra, artık bir insan müslüman olmuş demekdir. O günlerde, müslüman bir Hindli beni ziyarete gelmişti.Mian Amiruddin ismindeki bu kibar zat ile İslam dini üzerinde uzun uzadıya mubaheseler yapdık. Bu konuşmalar bana son cesareti verdi ve müslüman olmağı kabul ettim.

Ben, müslümanlığın hakiki Allah dini olduğuna, sadeliğine, af ve şefkatine, samimiyetine, müslümanları birbirine kardeş saydığına ve birgün bütün dünyayı birbirine bağlıyacağına inanıyorum.

Artık hayatımın sonuna vasıl oldum. Bundan sonra, ölünceye kadar kendimi İslamiyete hizmet etmeğe adadım.

Kategoriler: C
Benzer Biyografiler