Almanya Yeşiller Partisi Milletvekili
21 Aralık 1965 tarihinde göçmen bir ailenin çocuğu olarak Almanya´nın güneyinde kalan Bad Urach kentinde doğdu. İlk ve orta eğitimini tamamladıktan sonra Reutlingen Sosyal Bilimler Fakültesi’nde Sosyal Pedagoji eğitimi gördü. 1994 yılında öğrenimi bitirdi. Gazetecilik ve eğitmenlik yaptı. Siyasi ve kültür politikası danışmanı olarak çalıştı.
1981 yılının sonunda Yeşiller Partisi’ne üye oldu. İlk siyasi deneyimlerini öğrenci sözcüsü olarak katıldığı nükleer santrallere karşı girişimlerde ve 3. Dünya Ülkeleriyle dayanışma eylemlerinde kazandı. Yeşiller Partisi il ve ilçe teşkilatlarında ve Almanya Çevre Koruma Birliği Bad Urach temsilciliğinde yönetim kurullarında bulundu. Almanya Trafik Kulübü Reutlingen şubesi basın sözcülüğünü yaptı. 16 yaşında Alman vatandaşlığına geçme başvurusunda bulundu. Gerekçelendirmesi, kendisinin bu ülkenin politik bilincine sahip bir vatandaşı olarak hissetmesi oldu. Askerlik hizmetini yapmadığından ötürü Türk vatandaşlığından çıkartıldı. 18 yaşında Alman vatandaşı oldu. 1989 yılından 1995 yılına kadar Birlik 90/Yeşiller Partisi’nin eyalet yönetim kurulunda bulundu. Göçmen ve mülteci politikası sorumlusu oldu.
Ocak 1994’te yerel parti tabanınca büyük bir çoğunluk tarafından Ludwigsburg seçim bölgesinden Milletvekili adaylığına seçildi. Yeşillerin Baden Württemberg eyalet teşkilatı tarafından, tüm Almanya çapında ilk yeşil göçmen olarak Federal Parlamento seçimine hazırlanan parti listesinde ön sıralarda yer aldı.
GÖRÜŞ
Av.Hüseyin Özbek yazdı: HANS YEŞİLİ ‘TÜRK OBAMASI’ OLARAK NASIL PAZARLANIR?
Avrupa Parlamentosu (AP) üyesi Cem Özdemir, 15 Kasım 2008’de yapılan kurultayda delegelerin yüzde 79.2’sinin oyunu alarak Alman Birlik 90 / Yeşiller Partisi’nin eş başkanlığına seçildi.
Özdemir’in seçim zaferi üzerine 25 Haziran 2008’ de Avrupa Futbol şampiyonası yarı finalinde Almanya yenilgisinin karşılığını almış gibi olduk! Medyamızda günler süren haber, yorum ve röportajlar, siyasilerin kutlama mesajları, halkın sevinci, Türkiye’yi adeta bir bayram yerine çevirdi. Cem Özdemir olmasa Tokat’ın Pazar ilçesine bağlı 40 haneli, 300 nüfuslu Karadere Köyünü kimsenin hatırına getireceği yoktu.
Seçim sonrasında köye üşüşen muhabirler, akraba ve hemşerilerinin “Tokatlı Obama” dedikleri Cem’in seçim zaferinden mutluluk duyduklarını yazdılar. Kafkas göçmeni Çerkez bir ailenin çocuğu olan Cem Özdemir’in babasının 60’lı yıllarda Almanya’ya işçi olarak gittiğini söyleyen akrabası Emir Hekim; “ Almanya’nın işçiye ihtiyacı olduğu dönemde Cem’in babası Abdül Özdemir işçi olarak Almanya’ya gitti. Orada İzmir’li bir ailenin kızı olan Nihal Hanım ile tanışıp evlendi.” açıklamasında bulunuyor. (1)
Baden-Württenberg eyaletinin Bad Urach kentine yerleşen göçmen ailenin 1965’te doğan tek çocuğu Cem, eğitimci olmak için sosyal pedagoji okudu.1981’ de üye olduğu Birlik 90/Yeşiller’de basamakları hızla tırmandı. 1994 genel seçimlerinde Yeşiller Partisi’nden seçimi kazanıp Federal Meclis’e giren ilk Türkiye kökenli milletvekili oldu. Arjantin kökenli Alman gazeteci Pia Castro’yla evlilikle sonuçlanan tanışmasının ilginç öyküsünü Özdemir’den dinleyelim: “Bir gün ben röportaj vermek için onun çalıştığı radyoya gittim. Onun şefi durumundaki kişi benimle görüşecekti. Yanımdaki Yunan asıllı asistanım Yorgo’ya “Şu şefle konuş da bu röportajı o değil, bu gazeteci kız yapsın’ dedim Pia’yı göstererek.” Böylece gazeteci-siyasetçi röportajıyla Almanya’da başlayan tanışmanın Arjantin’de yapılan evlenme teklifinden ABD’de nehir kıyısında kıyılan nikaha uzanan kısa öyküsünü iki cümleyle özetliyor Cem Özdemir: “Bu nikah adeta dinlerin buluşması gibi oldu. Çünkü ben Müslüman, Pia Hristiyan, nikahı kıyan memur ise Musevi idi.” (2)
Bizim medya tarafından Binbir Gece Masalları’na dönüştürülen eşbaşkanlık öyküsünün ardındaki asıl gerçek, Alman siyasetini belirleyen arka planın kısaca gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor: Cem Özdemir’in Tokat’tan Almanya’ya, Baden-Wuttenberg’in göçmen mahallesinden Yeşiller eş başkanlığa uzanan etkileyici serüveninin anlaşılması için, Germenik kabilelerden Töton Şövalyelerine, Haçlı Seferlerinden 19. yüzyıl Prusya’sına, Hitler’ den günümüze değişmeyen Alman politik kodlarının bilinmesi zorunludur. Alman Kızılelması’nın (Lebensraum / Hayat alanı) değişmez stratejisi; Atlantik’ ten Ural’lara kadar Alman egemenliği altında Birleşmiş Avrupa’dır. 19. yüzyılda Almanya’nın bir güç olarak ortaya çıkmasından bu yana Avrupa’nın egemeni olmasının yanında ostpolitik adını verdiği doğuya yayılmayı gerçekleştirmektir.
Hitler’in silahla gerçekleştiremediği Alman şemsiyesi altında tek Avrupa hedefi, AB projesiyle hayata geçirilmiştir. Almanya, AB’nin sınai ve tarımsal üretiminden tutun da ABD ve diğer güç merkezleriyle çok yönlü ilişkilerinin düzenlenmesinde son karar verici konumundadır. II. Dünya Savaşı mağlubiyetinden, uluslar arası ekonomik savaşın galibiyetine sıçrayıştaki Alman mucizesinde sıradan Almanlar kadar göçmen işçilerin alın terinin de hesaba katılması gerekmektedir.
Almanya, göçmen işçilerin Alman mucizesindeki alın terini, emek katkısını yeterli görmemektedir. Almanya’da yaşamanın, alınan her meteliği hak etmenin başka sorumluluklar ve zorunluluklarının da olduğu inancındadır. Göçmenlerden, üretim sürecinin uyumlu bir parçası olmanın, Alman kültürünün, üstün Germen uygarlığının da uyumlu bir parçası haline gelerek tamamlanmasını talep etmektedir. Entegrasyon, 80 milyonluk Alman nüfusunun yüzde 18’ini oluşturan göçmenlerin sorun çıkarmadan Germen uygarlığı içinde erimesiyle Alman kültür saflığının korunması stratejisinin büyülü kelimesidir.
Entegrasyonun Almancası göçmenlerin geldikleri ülke ile ilgili düşünsel, duyusal, kültürel aidiyetlerini olabildiği kadar unutmaları, ana dillerini konuşmayıp, ana dillerinde eğitim görmeyip, aralarındaki iletişimin Alman dili üzerinden yapılmasıyla, Almanya’nın ve Almanlığın uyumlu unsurlarına dönüşmeleri anlamına gelmektedir.
Sözün burasında entegrasyonun en ufak ödün vermeden gerçekleştirilerek, Germen kültür saflığının korunması için gösterilen kararlılığa bir örnek verelim: Eşi Almanya’da çalışanlar, aile birleşimi vizesiyle ülkeye gelip yerleşebilirken, Federal Meclisin 2007 Ağustosunda çıkardığı bir yasayla dil sınavını başarma şartı konulunca, Türkiye’ den gelen gelin ve damat sayısında yüzde 70’ lik bir gerileme oldu. Şanlıurfa’nın Bozova İlçesinde nişanlıları Almanya’da yaşayan 60 genç kızın evlenip, Almanya vizesi alabilmek için günde 2 saat Almanca kursuna devam ettiğini öğreniyoruz gazetelerden. Yerel kurstan sonra Ankara’da Alman Büyükelçiliğinde yapılacak zorlu dil sınavını da başarmaları gerekiyor. Almanya düşleriyle yatıp kalkan Bozovalı kursiyerler’in Tokat’lı Obama kadar şanslı olmadıkları anlaşılıyor. Bozovalı kızlar aracı koysalar bile Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Herr Eckart’ın Bavyera aksanlı Türkçesinde torpil diye bir kelimenin bulunmadığına emin olabiliriz. Prusya’nın kurallara itirazsız uyma anlayışından gelen Alman bürokratik disiplininin etnik Almanları bile kayırmadığı görülüyor: Afganistan ve Özbekistan’ da görev yapan Alman subayı Ralf Kretzscmar’ın Özbek asıllı eşi ve çocuğunun annesi Elena dil testini geçemeyince ülkesine yalnız döndüğünü görünce Almanya’nın uyum duyarlılığı ve uyum kararlılığı daha iyi anlaşılıyor. (3)
Türk kelimesinin ortama Alman için ifade ettiği kavramın oluşmasında belirleyici etken Türkiye’nin de içinde bulunduğu coğrafyaya yönelik Alman çıkarlarıdır. Değişik milletlere, ülkelere, halklara ilişkin kavramlar, imgeler, düşüncelere Almanya’nın emperyal çıkarlarına göre şekillenmektedir. Bu anlamda Türkiye’nin Atatürk’ ün temelini attığı, tekilliği esas alan ulus devlet yapısı Almanya’nın bölgeye ilişkin tasarımlarıyla çatışmaktadır. Özdemir kendisini Almanya’nın Türkiye’ de görmek istediği etnik kompozisyona uygun bir çerçeve içinde tanımlayacak kadar Alman etnopolitik stratejisinin bilincindedir: “ … Babam zaten Çerkezdir. Almanya Çerkez birliği bana, senin Çerkez olduğun kesin, o halde Çerkez olduğunu neden açıklamıyorsun? diye soruyor. Evet, babam sayesinde Çerkezlerle de bağım var. Fakat hepsi bu değil. Annemin büyükannesi de Rum’dur. Yani annemde dörde bir oranında Yunan kanı var.” (4)
Böylece kendisini ortalama Türk’ün Alman algısındaki olumsuz fotoğrafının dışına çıkaran Özdemir; entegre kimliğinin oluşumundaki asıl etkeni, süreç içinde kişiliğini şekillendiren Alman terbiyesi ve uyumun kimyası yoğun Alman kültürünü kanıtlamak zorunluluğunu duymaktadır: “…Annem ve babam bana zaten zaman ayırabilecek durumda değillerdi. İkisi de çalışıyordu. Beni yaşlı bir Alman karı kocaya verdiler. Böylece dünyaya ayak bastığım ilk günden itibaren Alman bir ninem ve dedem oldu.” (5)
Özdemir’in kaleme aldığı özgeçmişinden alınan yukarıdaki satırları dikkatle okuduktan sonra, ortada Türkiye’de neredeyse havai fişek gösterilerine yol açan bir Türk Obama’sı zaferinin mi, yoksa Almanya için hayati önem taşıyan entegrasyon başarısının parlak bir modelinin mi olduğu sorusunun cevabına gelebiliriz.
Sorunun cevabını Almanya’nın Ankara büyükelçisi Eckart Cuntz kuşkuya yer bırakmayacak açıklıkla 17 Kasım 2008 tarihli Star Gazetesinde veriyor. Gazete 12. sayfasında büyükelçinin; Özdemir Ülkedeki Bütün Göçmenlere Örnek Olacak sözünü manşete taşımış. Almanya nüfusunun yüzde 18’ inin göçmen kökenli olduğuna dikkat çeken büyükelçi: “Cem Özdemir bir Alman vatandaşı. Onun bu pozisyonu Almanya’nın entegrasyon politikalarının bir başarısı olarak görülebilir. Özdemir diğer göçmenler için bir başarı örneğidir. Alman vatandaşlığına henüz karar veremeyenler de bu başarının ardından Alman vatandaşlığını almaya karar verebilirler” diyor. Bild am Sonntag’ a konuşan Özdemir’in; “ Biz Almanyalı Türkler tahmin edilenden çok daha Alman’ız” sözü Herr Cuntz tarafından entegrasyonun parlak örneği olarak gösterilmesinin boşuna olmadığını gösteriyor. Hele “Siz Yeşillerin Obama’ sı mısınız” sorusuna; “Ben yeşillerin Özdemir’i olsam bana yeter. Obama’nın ilginç yanı hem beyaz hem siyahi olması. Bu sıkça unutuluyor. Benim isteğim, artık günün birinde Anadolu’ dan gelindiğinin bir önem taşımaması” cevabını vermesi, Almanya’nın uykularını kaçıran milli kimliklerini sürdüren, uyumsuz göçmen işçilere karşı, kökeniyle tüm köprülerini atıp üstün Alman kültürü içinde gönüllü eriyişin zirve örneğini oluşturmaktadır.
Anadolu’dan geldiğini önemseyen, milli kimliğini unutmayan, Türkçe konuşan, ülkesine para gönderen, entegrasyonda sorun çıkaran, milli maçta Almanya yerine Türkiye’yi tutan uyumsuz Türklere karşı entegrasyon mucizesine duyulan model ihtiyacı Herr Cem Özdemir’i yaratmıştır! Özdemir’in şahsında Alman dişlilerinin uyumlu bir unsuru haline gelmeyi kabul edeceklere politik zirvedeki ödülün somut bir örneği gösterilmektedir!
Cem Özdemir’ in basamakları baş döndürücü bir hızla tırmanıp zirveye oturmasıyla sonuçlanan politik maç başarısında, Türk Alman milli maçındaki hararetli Alman taraftarlığının epeyce payı olduğu kuşkusuz. Avrupa Futbol Şampiyonası yarı final maçı 25 Haziran 2008’ de Alman-Türk Milli Takımları arasında İsviçre’ nin Basel kentinde yapıldı. Maçı öncesinde Özdemir’ in: “ Bu defa Almanya kazanacak gibi geliyor bana. Alman milletvekilinin başka bir şey demesi de tabii ki biraz ayıp olur. Almanya’ yı destekliyorum. ‘Bana desteklediğin takımı söyle sana entegre olup olmadığını söyleyeyim’ görüşünü savunuyorum. Almanlara, ‘Türk Milli takımında oynayan Hamit Altıntop’u ve diğer arkadaşları kaçırdınız’ diyorum. Zamanında bu futbolcuları Alman Milli Takımına dahil etselerdi, iyi bir takım karşımıza çıkardı” (6) sözleri, Kasım 2008’ de yapılan Yeşiller Kurultayında eş başkanlığa giden yolun açılmasında yari final maçında Alman tribünündeki gönüllü amigoluğunun ve ateşli tezahüratının hayli etkili olduğunu gösteriyor.
KKTC’de Türk Bayrağını çalan Avrupa Parlamentosu Rum Milletvekili Marios Matrakis’in; ‘ Daha önceki şampiyonayı Yunanistan kazanmıştı.Ama bu şampiyonada Yunanistan çok kötü oynadı, elendi. Bu sefer de Türkiye’nin kazanmasını istiyorum. Türk takımını sempatik de buldum” (7) sözleri entegre edilmiş Türkiyeli ile entegre edilmemiş komşu arasındaki farkı gösteren çarpıcı bir örnek olarak görülüyor.
Politik yaşamının ilk adımını atıp Birlik 90 / Yeşillerin kapısını çaldığında dil, entegrasyon gibi sorunları çoktan aşmış, doğma büyüme Almanyalı Özdemir’in sıradan Almanlar tarafından kabulü için başarması gereken başka sınavlar vardır. Tokat Karadere’nin Özdemir için babasının doğum yeri olmasının dışında bir anlamı olmasa da, Alman algısındaki Karakafalı Türk’ten ayrılan özelliklerini yine de kanıtlaması gerekmektedir. Özdemir ortalama Alman’ın kafasındaki entegre olmamış uyumsuz Türk profilinin dışına çıkmak için uyguladığı dahiyane yöntemi kaleme aldığı özgeçmişinde şöyle anlatıyor: “…Aşmam gereken en büyük engel parti arkadaşlarıma bir Kürt Kasabı olmadığımı kanıtlamaktı…Ne yazık ki, Almanlar, her Türk’ ün Kürt kanı dökmek için sabırsızlanan birer cani olduğunu sanıyorlar.”(8)
Sözün burasında Özdemir’in Yeşiller partisinin basamaklarını hızla tırmanışında önceki yıllardaki yoğun mesaisinin etkisinin olup olmadığı konusuna ışık tutacağına inandığımız bir makaleden alıntı yapalım: “Alman Yeşillerinin insan hakları uzmanı Amke Dietert-Scheuer başkanlığında hazırlanan, “Türk-Kürt Çatışmasına Çözüm Konsepti” Cem’in de imzasını taşıyor. Konsept Sevr’in Kürt sorununu düzenleyen 62, 63, 64. maddelerinin geniş bir özetinden ibaret. Konsept özetle: “ Türkiye, birbirinden etnik, linguistik ve dinsel sınırlarla ayrılmış farklı halk gruplarını içeren ve bu nedenle homojen olmayan bir nüfus barındırmaktadır.” Yeşillerin önerisi: “Demokratikleşme, merkezi devletin kaldırılması, etnik grupların dil kimliğinin güvenceye alınması, Türk-Kürt toplumlarının barışması”, Bakalım Yeşiller ‘demokratikleşme’ den neyi anlıyorlar: ..Bölücülük propogandası gibi düşünce suçları kaldırılacak, Etnik partilerin kurulmasına izin verilecek, Partiler yasasının partileri Kemalist ilkelere sadık olmaya mecbur eden hükümleri iptal edilecektir.Merkezi devletin kaldırılması çerçevesinde ise “Kürtlere ve diğer etnik azınlıklara yerel ve kültürel özerklik verilmesi” talebi başta geliyor. ‘Dil kimliğinin güvenceye alınması’ talebinin birinci maddesi, “başta Kürtler olmak üzere diğer etnik azınlıkların çocuklarına kendi ana dillerinde eğitim verilmeye başlanması” oluyor” (9)
Özdemir’in, Birlik 90 Yeşiller’in çerçevesini Alman devletinin çizdiği Türkiye’ye karşı etnik ilgisine, Atatürk Türkiye’sinin etnik çeşitlilik temelinde yeniden biçimlendirilmesine yönelik atölye çalışmalarında, laboratuar araştırmalarında parti disiplini doğrultusunda yoğun mesai harcadığı anlaşılıyor. Büyükelçinin ve Alman yetkililerin Entegrasyonun zirve örneği olarak gösterilmesinin boşuna olmadığı böylece anlaşılmış oluyor.
Özdemir çocukluktan bu yana etten hoşlanmamasını, plastik çantalara karşı alerjisinin olmasını Yeşilleri tercihinin nedenleri arasında sayıyor. Özdemir’in çevre temizliği, nükleer enerji karşıtlığı Almanya dışında da politik mesai vermesine yol açıyor. Alman sanayi atıklarının arıtmadan geçmeden Tuna yoluyla Karadeniz’e boca edilmesini hariç tutarsak Özdemir’in çevre duyarlılığına denecek bir şey yok! Belki de çevreciliğe ilişkin önceliği Federal sınırların dışına vermesinde bizim anlayamadığımız yeşil duyarlılıkların, Berlin tarafından Alman partilerine görev dağılımında yeşillere düşen sorumlulukların etkisi vardır!
Medya illizyonunun, çıkartılan şamatanın, havai fişek patırtılarının dışından bakıldığında, Türk Obaması diye tezgaha sürülen ürünün renksiz, kokusuz, bol hormonlu Hans yeşili olduğu anlamak pek de zor olmuyor vesselam!
28 Mart 2009
Milliyet 21 Kasım 2008
Milliyet 30 Kasım 2008
3) Hürriyet 23 Kasım 2008
4-5) Ich bin Inlander Ein Anatolischer Schwabe im Bundestag München 1997
6-7) Hürriyet 25 Haziran 2008
8) Ich bin Inlander Ein Anatolischer Schwabe im Bundestag München 1997
9) Sevr Planına Alman Yeşillerinin Katkısı ve Cem Özdemir – Ersen Bayhan