Cübbeli Ahmet  Hoca

din adamı, vaiz

Ahmet Ünlü

1965 yılında İstanbul’un Çarşamba semtinde doğdu. Aslen Giresunlu bir ailenin çocuğu. Küçük yaşlardan itibaren dini eğitim aldı. Hitabetteki ustalığı ile dikkat çekiyor. Vaazları, cd olarak yayınlanıyor. Yayınlanmış kitapları var. Beyan ve Kasr-ı Arifan dergileri ve Lalegül FM radyosu ile yayın faaiyetlerinin içinde.

HAKKINDA YAZILANLAR

CÜBBELİ

Ahmet’in doğduğu ve çocukluğunun geçtiği ev, İsmailağa Camisi’ne çok yakındı. O, henüz üç yaşlarında iken benimle birlikte İsmailağa Camisi’ne gidip gelmeye başladı. O kadar küçüktü ki, bazı cami cemaati, Ahmet’i camiye getirmememi istiyordu. “Bu yaşta çocuk, camiye getirilir mi?” diyorlardı. Ezan okunduğunda evden çıkmamla beraber peşime takılır, beraberce camiye giderdik.

İsmailağa Camii o zamanlar bu derece yoğun ilgi odağı değildi. Mahmut Hocaefendi’nin cemaati bugünkü gibi olmadığı için, namaz sonlarında onunla oturup mihrapta muhabbet eder, beraber de camiden çıkardık.

Yine bir gün namazdan sonra camiden, Mahmut Efendi ile birlikte çıkıyorduk. Karlı bir hava vardı ve eski İsmailağa Camisi’nin merdivenleri buz tutmuştu. Efendi Hazretleriyle beraber merdivenlerden iniyorduk.Yaklaşık olarak dört yaşlarında olan Ahmet’te yanımızdaydı, Ahmet bir anda elimden fırladı, o buzlu merdivenlerden kayarak yere düştü. Ben o sırada Ahmet’i tuttum ve ona biraz sitem ettim. Sitem edince, Efendi Hazretleri dedi ki:
-Sen ona fazla kızma, onun terbiyesini bize bırak, zira biz ona gerekli terbiyeyi öğretiriz, dedi. İsmailağa Camii Şerifi Ahmet’in ikinci evi olmuştu. Efendi Hazretleri’nin de manevi himayesine girmişti. Evde olmadığı zamanlarda başka yerde aramamıza gerek yoktu, biliyorduk ki Ahmet camidedir.

Cübbeli Lakabı

O zamanlar caminin karşısında terzi Fahri Efendi vardı. Fahri Efendi, bizzat Efendi’nin hizmetinde bulunurdu. Küçük Ahmet ilk ilim tahsilini Fahri Efendi’den aldı. Fahri Efendi’nin de küçük Ahmet’in yaşlarında bir oğlu vardı, bir de aynı mahallede bir doktor komşuları vardı, onun da aynı yaşlarda bir oğlu vardı. Bu üç çocuğa Fahri Efendi ders vermeye başlamıştı. İşte küçük Ahmet’in ilk ilim tahsili bu şekilde başlamış oldu.

Küçük Ahmet o dönemlerde cübbe ve sarığa çok meraklıydı, annesinin namazlığını alıp başına sarar, namaz kılardı. Kibrit kutusundan cami yapar, çöplerinden de cemaat yapar ve onlara namaz kıldırırdı.

Fahri Efendi’den ders aldıkları sırada, doktorun oğlunun da adının Ahmet olması üzerine, Fahri Efendi bu iki çocuğa hitap etmede karışıklık olmasın diye, Bizim Ahmet’e “Cübbeli Ahmet” ismini koydu. O gün bu gündür, Ahmet Hoca “Cübbeli Ahmet” diye anılır oldu.

Küçük Ahmet çocukluk yaşlarından itibaren cübbe giymeye başladı, o zamanlar cübbe şalvar giyilmediğinden bu kadar küçük bir çocuğun cübbe giymesi çevrede dikkat uyandırıyordu.

Dedesinin Etkisi

Ahmet’in yetişmesine ve manevi iklimlerde dolaşmasına dedesi Cahit Bey’inde çok büyük katkıları olmuştu. Dede Cahit Bey torununa geçmiş ümmetlerin kıssalarını, Peygamberimiz Sallellahü A-leyhi ve Sellem’in hayatını ve geçmiş büyüklerin menkibelerini anlatırdı. Ahmet, dedenin bu anlattıklarını büyük bir dikkatle dinler, ara sıra dedesine sorular sorardı. Bazen dedesinin anlattıklarının etkisinde kalır, duyduklarını uygulamaya çalışırdı.

Küçük Ahmet, akranlarından çok farklı hareketler içinde olup, araştıran ve çok soru soran bir karakter sergiliyordu. Kendinden büyükleri muhatap olarak alır, onlarla konuşur, sorular sorar cevaplarını almaya çalışırdı.

Oyun oynadığı arkadaşları kendisinden büyük olmasına rağmen, her oyunda arkadaşlarına öncülük ederdi, o tarihlerdeki bu hareketleri onun ileride bir lider olacağının habercileri idi. Bir gün ağlayarak eve gelir.

Annesi: -Oğlum niçin ağlıyorsun? diye sorar.
Arkadaşlarım bana sünnetsiz diyorlar, ben sünnet olacağım. Annesi durumu izah etmeye çalışmışsa da, küçük Ahmet pek ikna olmuşa benzemez.
Evde kimsenin olmadığı bir gün; Ahmet, sünnetçi Sadettin Efendi’yi eve getirmiş ve sünnetini yaptırmış. Annesi eve geldiğinde bir sürprizle karşılaşır, Ahmet sünnet olmuş yatıyor, sünnetçi Saadettin Efendi’de baş ucunda bekliyor”.

İlk Vaizi

Ahmet ilkokulun dördüncü sınıfındaydı. Yaz tatilinde babası ile birlikte memleketlerine giderler. Küçük Ahmet okul hayatının dışında sarık sarar, cübbe ve şalvar pantolon giyerdi. Babası memleketlerine giderken yeni bir takım elbise alır ve oğluna zorla da olsa takım elbise giydirir. İstemeyerek de olsa Küçük Ahmet babasını aldığı yeni elbiseleri giyerek ailece memleketlerinin yolunu tutarlar. Annesi Ahmet’in ahlakını bildiği için her ihtimale karşı bir takım cübbe ve şalvar pantolonu da yanına alır.

Uzun bir yolculuktan sonra memlekete varılır. Küçük Ahmet rahatsızlanır, bir hafta evden dışarı çıkmaz. Anne oğlunun rahatsızlığının teşhisini koyar. Küçük Ahmet cübbe giymediği için hastadır ve bu yüzden evden dışarı çıkmamaktadır. Durum babaya an-latılır, baba da durumu oğluna sorar, Ahmet ses çıkarmaz ama babasının istediğini giyebileceğini söylemesi üzerine yüzünde tatlı bir tebessüm belirir. Üzerinde ki elbiseleri çıkarır, cübbe ve şalvar pantolonu giyer, sarığı da başına sardıktan sonra hastalığından eser kalmaz.
Babasına der ki:
-Baba benim kıyafetime karışma, ben cübbeyle ve şalvarla rahat ediyorum. Takım elbiseyi giymektense, hasta olmak daha iyidir.

Baba Yusuf Ünlü anlatıyor:

-“Beldemizin müftüsü ile iyi bir dostluğumuz vardı. Bir gün müftü efendi ile sohbet ederken Ahmet’ten bahsettim. Sohbetimiz esnasında söz döndü dolaştı vaazlara geldi, Ahmet’in bu hafta camide vaaz edebileceğini söyledim. Müftü efendi bu teklifimi kabul etti. Akşam durumu Ahmet’e anlattığımda sadece tamam dedi. Ertesi günü namazdan bir saat önce Ahmet’i alarak müftüyü makâmında ziyaret ettik. Müftü daha büyük birini beklediğinden küçük Ahmet’i görünce şaşırdı:
-Bu daha çocuk, nasıl vaaz edecek? Buralar ufak yerlerdir, dedikodu ve söylenti çok olur, dedi. Müftü Efendi şaşkınlığını ü-zerinden atmadan, hangi konu hakkında vaaz edeceğini sordu.

Küçük Ahmet:
-Allah ne söyletirse onu söyleyeceğim, hazırlığım yok, içimden geldiği gibi konuşacağım, dedi. Bunun üzerine müftü:
-Peki hiç bir mevzu düşünmedin mi? diye sorunca, Ahmet:
-Babamın söylediğine göre, bu memlekette içki, kumar ve faiz çok ileri derecedeymiş. Biraz bunlardan bahsedeceğim. Bunun üzerine müftü efendi:
-Ben bunu kürsüye çıkarmayayım, mihraptan konuşsun, zira bir yanlışıolursa ben hemen müdahale ederim, dedi.Hep beraber camiye gittik, Ahmet mihraptan vaazına başladı, cemaat pür dikkat dinliyordu, herkeste bir şaşkınlık vardı, bu yaşta bir çocuğun bu şekilde vaaz edebileceğini düşünemiyorlardı. Vaazı bitirdi, namazı kıldık, çıkarken başta müftü efendi olmak üzere, bir çokları tebriklerini beyan ettiler”.

Okul yılları

Okul çağına geldiğinde, bir taraftan kur’an kursuna devam ediyor, diğer taraftan da Yavuz Selim İlkokulu’nda öğrenimine devam ediyordu. İki tarafı da başarı ile devam ettiriyordu. Ahmet, ilkokul dördüncü sınıfta okuyordu. Annesi küçük Ahmet’in okula gitmediğini, bazı günlerde okuldan kaçarak İsmailağa Camisi’ne gittiğini tespit eder. Durum baba Yusuf Ünlü’ye bildirilir. Baba oğlunu karşısına alır ve niçin okula gitmediğini sorar. Ahmet’in cevabı enteresandır.
-Okula gidiyorum, bazen erken çıkıp camiye gidiyorum. Okulda bana öğretilenleri biliyorum, öğrenmek istediklerimi camide öğreniyorum.
Baba Yusuf Ünlü anlatıyor:
-“Bir gün Yavuz Selim İlkokulu’na gittim, Ahmet’in öğrenimi hakkında öğretmenlerinden bilgi alacaktım. Okul müdürü Ahmet’in ders hocasını çağırdı ve bizi hoca hanım ile tanıştırdı. Ben hoca hanıma Ahmet’in durumu hakkında bilgi almak için geldiğimi söyledim ve Hocahanıma:
-Edindiğim bilgiye göre Ahmet’in okula devamsızlığı varmış dedim. Hoca hanım bana:
-Sizin yanlışınız var, o okula her gün geliyor, dedi. Ben annesinin şikayetçi olduğunu, hatta bugün sıkı tembihte bulunduğumu söyleyince, hocası:
-Ahmet okula geliyor, isterseniz buyurun sınıfına gidelim, çocuklarla konuşun, dedi. Bunun üzerine biz de sınıfına gittik, hoca hanım beni çocuklara tanıttı:
-Mahmut’un babası gelmiş, dedi çocuklara. Okulda ona Mahmut diyorlardı. Çocuklar hep bir ağızdan:
-Hocamızın babası diye yüksek ses ile bağırdılar.
O sırada beni hayli duygulandıran bir hadise oldu. Bir çocuk gelerek, benim pardösümden tuttu ve bana:
-Amca! Mahmut var ya, bana Allah’ı, Peygamberi tanıttı, dedi.

Hoca hanım diğer çocuklara, Mahmut’tan memnun olup olmadıklarını, okula devam edip etmediğini sorduğumu söyledi. Gene çocuklar hep bir ağızdan:
-Memnunuz, o bizim hocamız diye bağırmaya başladılar. Hocahanım bana:
-Mahmut’un devamsızlığı yok ama, çok konuşuyor. Bütün çocuklara burda din dersi veriyor, oğlum sus diyorum, biraz susuyor sonra gene başlıyor anlatmaya, dedi”.

Baba Yusuf Ünlü’yü dinlemeye devam edelim:
-“Ben o yıllarda, şimdi rahmetli olmuş ismini vermek istemediğim bir hoca efendinin sohbetlerine katılır, ses kasetlerini eve getirir, ailece hoca efendinin sohbetlerini teyp kasetinden dinlerdik. Yine bir gün evde hoca efendinin vaaz kasetini dinliyorduk, Ahmet’e:
-Gel evladım sende dinle, hoca efendi ne güzel vaaz ediyor dedim. Biraz dinledikten sonra Ahmet’in bize verdiği cevap hepimizi şaşkına çevirdi:
-Bu hoca anlattığı ile amel etmiyor baba dedi. Neden? diye sordum:
-Yok! bu anlattığı ile amel etmez dedi ve koşarak evden çıktı.

Aradan zaman geçti, okullar tatile girdi. Ailece tatil yapmak için Yalova Termale gittik. Tevafuk bu, orada bu hoca efendi ile karşılaştık. Ben, Ahmet’e hocanın elini öpmesini söyledim, bunun üzerine gelip hocanın elini öptü ve hocaya dedi ki:
-Hocam, çok güzel konuşuyorsunuz maşaallah, babam bir kasetinizi dinletti, çok güzel konuşuyorsunuz ama, anlattıklarınız ile niçin amel yapmıyorsunuz? diye sordu. Hoca bir anda böyle bir soru ile karşılaşacağını beklemediğinden çok şaşırdı ve:
-Evladım; neyi yapmıyorum? dedi.
-Sizin buraya gelmeniz hata, böyle bir ortamda bulunmamanız gerekir, çünkü siz İslam’ı temsil ediyorsunuz, dedi”.

Kendini Tamamen İlme Vermesi

İlkokul bittikten sonra, Fatih Koleji’nde orta öğrenime başladı. Bütün ağırlığını, Kur’an Kursunda Kur’an ilmi öğrenmeye ayırdığı için, kolejdeki derslerine hiç çalışmaz ve ilgilenmezdi, sadece iş olsun diye koleje gidiyordu. Kolejle ilgilenmemesine rağmen yine de birinci sınıfı birincilikle bitirdi.

Fatih Koleji’nde; Cuma günleri sınıftaki arkadaşlarını bir araya toplar, hep beraber Cuma namazına getirirdi.

Küçük Ahmet artık büyümüştü, Fatih Koleji’nin ikinci sınıfına başlamıştı ki, zaten istemeyerek gittiği okulunu bırakmaya karar verdi. Konuyu önce annesine, arkasından da babasına açtı. Her ikisinden de destek göremedi. Fakat o bir defa kafasına koymuştu, okulu bırakacaktı ve düşündüğünü de yapmakta gecikmedi. Okulunu bıraktı. O Kur’an ilmini öğrenecekti, büyük bir İslam alimi olacaktı. Tek ideali buydu, bunun için gücünün yettiği kadar çalışacaktı. Ailesine kararını bildirdi, ailesi Ahmet’in kararlılığı karşısında, aldığı karara evet demekten başka bir yol görmediler.
Bundan sonra Ahmet bütün yoğunluğu ile İsmailağa Kur’an Kursu’ndan ders almaya başladı. Ona gündüzler yetmiyor, geceler de çok kısa geliyordu. Uykuyu yok denecek kadar kısa uyuyordu. Bu şekilde birkaç yıl geçti. Bu arada İstanbul’daki ilk vaazını Yavuz Selim Camii’sinde verdi. Cami hınca hınç dolu idi, Cübbeli Ahmet Hoca ilk sohbetinde dinleyenleri mest etmiş, gelecekte büyük kalabalıklara hitap edeceğini, yüz binlerin gönlünde sempati alanı oluşturacağının sinyallerini veriyordu.

Cübbeli Ahmet Hoca bir yandan ilim tahsilini sürdürüyor, bir yandan da vaazlara devam ediyordu. Sohbetler o derece etkili oluyordu ki her geçen gün Cübbeli Ahmet Hoca’nın ünü yayılıyor, değişik vilayetlerden davet alıyordu. O, sohbetlerden çok tahsilini düşündüğü için, bu davetleri geri çeviriyor. Bütün gücüyle ilim tahsiline devam ediyordu.

Ders aldığı hocaları ile küçük problemleri oluyordu, Ahmet’in ders temposuna diğer talebe arkadaşları yetişemediğinden, o diğer arkadaşlarını beklemek zorunda kalıyordu. O istiyordu ki, dersleri hiç aralıksız alayım ve bir an önce diğer derse geçeyim. Cübbeli Ahmet Hoca’nın bu temposuna ne hocaları, ne de talebe arkadaşları ayak uyduramadığından bazen küçük anlaşmazlıklar çıkıyordu.

Bir gün Rize’den İsmailağa’ya bir hoca geldi. Bu hoca talebelerin birkaç dersine girdi. Hocanın ders vermesi Ahmet’in çok hoşuna gitmişti.

Fakat bu hoca birkaç gün sonra tekrar memleketine geri dönecekti.

Hocanın ders verme metodu Ahmet’i çok memnun etmişti, işte bana ders verecek hoca diyordu.
Buradaki dersler Ahmet’e yetişmiyor, o daha hızlı ve seri ders almayı istiyordu.
Bu münasebetle:
-Buradaki hocalar bana istediğim dersi vermiyorlar, beraber ders aldığım talebeler bir dersi üç günde alıyorlar, ben onlar için üç gün bekliyorum.
Halbuki ben bu dersi iki saatte alıyorum. Ben bu Hoca ile Rize’ye gideceğim, demişti.

ilim tahsili için gurbet yılları

Küçük tartışma ve itirazlar tatlıya bağlanır, bütün hazırlıklar yapılır ve Cübbeli Ahmet Hoca, geçmiş meşayıhtan miras olarak kalan; okumak için gurbete çıkma geleneğini yerine getirmek için yola çıkar. Bunun, geçmiş büyüklerin şiarı olduğunun bilincinde olup olmadığını bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa o da, daha iyi ilim tahsili yapacağına inandığı için, ailesinden, arkadaşlarından, evinden, barkından ayrılmayı göze aldığıdır.
Manevi babam dediği, gönülden bağlı olduğu, küçüklüğünden bu yana manevi himayesinde olduğu Mahmut Hocası’ndan izin almadan ilim tahsiline gitmesi hiç mümkün mü? O da gönlünün sultanına sorar. Efendi Hazretleri:
-”Mesele ilim tahsili olduğu için bir şey diyemiyorum, bizimde rızamız gitmesi yönündedir”.
Cübbeli Ahmet Hoca hiç tanımadığı bir ortamda, kendisini gece gündüz ilim tahsiline verir. Buradaki hocası Ahmet’in bu azmi karşısında hayretten hayrete düşer. Gece gündüz demeden çalışmalarını sürdürür, zaman olur takıldığı bir konu için gecenin ilerlemiş saatini düşünmeden hocasına müracaat eder, hocası uykuda ise kaldırır, takıldığı yerin cevabını alırdı.

Cübbeli Ahmet Hoca iki yıla yakın bir süre, geceli gündüzlü çalışarak ilim tahsilini sürdürür. Nihayet orda öğrenmesi gereken ilimleri öğrenir ve hocalık icazetini alarak İstanbul’a döner.

Hocalık icazetinden sonrada, İstanbul da hafızlığa başlar. Dört ay gibi bir zamanda da hafızlığını tamamlar. Cübbeli Ahmet Hoca, artık hem hoca, hem de hafızdır.

Dönüşünde Efendi Hazretleri’nin elini öper, artık şimdi kendisi de hocalık yapacak ve talebe okutacaktır. Efendi Hazretleri onun için der ki:
-“Bu çocuğun ilmi vehbidir. Çok okumakla bu ilim elde edilmez. Ahmet bu ilmin farkında değil.” Efendi Hazretleri Ahmet’e yakın ilgi gösterir, bu ilgi az da olsa bazı kıskançlıklara sebep olur. Ahmet’in mütevazılığı ve alçak gönüllülüğü bu küçük problemlerin kolayca çözülmesini sağlar. Hocalık ve hafızlıktan sonra, kendisini ilmi araştırmalara verir. Gündüzleri gecelere katarak araştırmalarını genişletir. Sabah namazlarına kadar çalışır. Araştırma ve okuma isteğinden dolayıdır ki, çok geniş bir kütüphaneye sahip olur. Aynı yıl yani, 1983 yılında 17 yaşında hacca gider.

HABER

Ahmet Hakan, Cübbeli’yi ziyarete gidiyor
Hürriyet 11 Temmuz 2012

Geçtğimiz yıllarda hakarete varacak polemiklere giren Cübbeli Ahmet Hoca ile Ahmet Hakan Coşkun arasında sulh dönemi. Hapiste olan Cübbeli, Ahmet Hakan’a selem yolladı, görüşmeye davet etti. Hakan’ın yanıtı ise ‘gelirim’ oldu.

Cübbeli Ahmet Hoca’nın selamını ve avukatının görüşme davetini Hürriyet gazetesindeki köşe yazısından duyuran Ahmet Hakan Coşkun, “Hayat geçer, ömür biter, süre dolar, vade tamam olur. Bizden geriye kalacak olan “mazlum” karşısındaki duruşumuzdan başka bir şey değildir” dedi.

İşte Ahmet Hakan Coşkun’un yazısındaki ilgili bölüm:

Cübbeli’den selam geldi

Aleyhinde çok yazıp çizmişliğim vardır Cüppeli Ahmet Hoca’nın…
O da sağ olsun vaaz kürsüsünden saydırmıştır bana…
Fakat son zamanlarda…
Yufka yüreğim yumuşadıkça yumuşadı Cüppeli Hoca’ya karşı.
İlk duruşmada kendisine sorulan soruları zayıf buldum. Şunca zamandır tutuklu kalmasını da haksızlık olarak görmeye başladım.
Kalp kalbe karşıymış derler ya…
İşte ben tam bu duygular içindeyken Cüppeli Hoca’nın avukatı aradı.
Dedi ki:
“Hocamızın çok selamı var”. Dedim ki:
“Ve aleykümselam”.
Bir talebi falan yokmuş Hoca’nın… Sadece selam göndermiş… O kadar.
Avukat Bey dedi ki:
“Hocamızı ziyaret etmek ister misiniz?”
Hiç düşünmeden cevap verdim: “Mümkünse neden olmasın”.
Gerekli izinleri alabilirsek en kısa zamanda Cüppeli Hoca’yı ziyaret edeceğim.

* * *
Ben öyle bilirim ki…
Hayat geçer, ömür biter, süre dolar, vade tamam olur. Bizden geriye kalacak olan “mazlum” karşısındaki duruşumuzdan başka bir şey değildir.

HABER

Cüppeli davasında sürpriz gelişme
17 Eylül 2012

Ahmet Mahmut Ünlü’nün yargılandığı davada ilginç bir gelişme yaşandı. Savcılık iddianamesinde, ülkesinden kaçırılarak zorla ‘Cüppeli Ahmet’ olarak bilinen Ünlü ile birlikte olmaya zorlandığı söylenen Faslı İmanee Lemghari, ülkesinde ifade değiştirdi: “Polis bu ifadeyi zorla aldı. Ünlü’yü tanımıyorum.”

HABER

Cübbeli Ahmet Hoca IŞİD’i eleştirdi: Bunlar çok büyük şerefsiz!
Milliyet 24 Haziran 2014

Musul’u ele geçiren, Bağdat’a kuşatan ve Türkiyenin Musul Başkonsolosu ve diplomatlarını rehin alan terör örgütü IŞİD’e en sert tepki Cübbeli Ahmet Hoca’dan geldi…

Ahmet Yesevi Sohbeti’ni bu konuya ayıran Cübbeli Ahmet Hoca herkesi uyardı ve bunlara cihat yapıyorlar diyerek destek verenler cehennemliktir dedi.

“Şimdi Irak eskisinden beter oldu. Zor bir durum. Nedir belli değil. Kıyamet alameti zuhur ediyor..Ne öldüren niye öldürdüğünü biliyor ne öldürülen niye öldürüldüğünü biliyor.. Yani böyle bir iş olabilir mi? Hiç ehli sünnet geleni geçeni tarayabilir mi. Müslümanım diyen müslümanı öldürebilir mi? , bu nasıl bir oyun, bu nasıl bir dolaptır? Tutuyorlar çapulcuları onları ordu yapıyorlar.. Bilmiyoruz tabi bu işte şia’nın parmağı var diyorlar. İşte ehli sünnet böyle adamın kafasını keser, böyle yapar Avrupayı, gavurları korkutmak için yapıyorlar yani ehli sünnetten korksunlar, şia’ya yol versinler diye böyle bir şey duyuyorum..Yani böyle bir durum var; Adamın kafasını kesmişler top oyunyorlar. Böyle birşey hangi kitapta var. Hangi kafire bile bunu yapmak revadır, hangi insana, hayvana böyle bir şey yapmak caizdir diye böyle bir kitapta var mı ya..”

NEFRETLE LANETLİYORUZ.. BÖYLE SÜNNİLİK OLMAZ..

“Bu nasıl bir rezilliktir. Böyle bir sünnilik olur mu? Biz bunları nefretle lanetliyoruz. Nefretle lanetliyoruz, bırak ehli sünnet bunlar. Müslüman olamaz.. Böyle sokakta geçeni tara, sıraya dizerek tara, yak yık.. Böyle birşey olamaz. Türbe düşmanları zaten. . Sahabe-i kiramı kabirlerinden çıkardılar. Burdan duyuyoruz, Yahudi bile olsa, Hiristiyan bile olsa vatandaş ise , sana karşı savaşmıyor, silah çekmemişse öldürürseniz cennet kokusunu alamazlar diyor Peygamber efendimiz.

Sakalı uzatmışlar, suratlarında meymenet bile yok. Gelmiş Niğde’de askerimizi öldürdü.Bi de diyo ki sevap işledim bir gavuru öldürdüm. Sen askeri polisi öldürüyorsün gavurmuş.. Hepimizin çoluk çocuğu askere gidiyor. Böyle birşey var mı? Bütün dünyayı ehli sünnete düşman etmek için büyük bir oyun ile karşı karışyayız..”

BUNLAR ÇOK BÜYÜK NAMUSSUZ VE ŞEREFSİZDİRLER

“Bunlar ehli sünnet olamaz, ehli sünnet karınca bile ezemez.. sakın bunlara cihattır,mücahittir, şehittir diye düşünmeyin, samimi söylüyorum helak olursunuz.. O yolda ölürseniz helak olursunuz. Bunlar haricilerin devamıdır, bunlar cehennem köpekleridir. Bunlar, Hz. Ali’yi bile Allah rızası için öldüren haricilerin devamıdır. Bunlar tekfircidirler. En büyük özelliği hemen kafir damgası yapıştırmaktır.. Bunlar çok büyük namussuz ve şerefsizdiler, bunlarda ırz diye birşey yoktur… Milletin karısını kızını cariye diye görürler. Biz mücahitiz biz bu yoldayız diyerek herşeyi yapıyorlar..”

HABER

IŞİD’IN 1 NUMARALI HEDEFi: CÜBBELİ AHMET HOCA
Habertürk 27 Kasım 2014

IŞİD’e biat eden isimlerin bir numaralı hedefi, Cübbeli Ahmet Hoca. Sebep, Selefiliğe uymayan, aslında IŞİD’in aşırılıklarını eleştiren İslami anlayışa sahip olmaları.

Ebu Enes bir konuşmasında, Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Mahmut Ünlü’ye şöyle diyor: “Ey sapık adam. Seni tövbeye çağırıyoruz. Doğru yola gel. Böyle gidersen müşrik olarak öleceksin.”

HABER

Cübbeli’nin gazetesi çıkıyor işte adı ve yayın tarihi
12 Aralık 2014

Cübbeli Ahmet Hoca’nın gazetesi 15 Aralık’ta yayın hayatına başlıyor. Gazetenin adı ise Vahded gazetesi olacak.

“Milletin Özlemi” sloganıyla yola çıkmaya hazırlanan Yener Dönmez’in yayın yönetmenliğindeki Vahdet Gazetesi, 15 Aralık’ta okuyucusuyla buluşuyor.

Tanıtım reklamları yarın tüm televizyonlarda yayına girecek olan Vahdet’in yazarları ve sloganları bir hayli dikkat çekici…

CÜBBELİ AHMET HOCA SÜRPRİZİ

Vahdet’in yazar kadrosunda en dikkat çeken isimlerin başında Cübbeli Ahmet Hoca geliyor… Her kesimin beğenerek takip ettiği Cübbeli Ahmet Hoca, ilk defa ulusal bir gazetede günlük olarak yazılar kaleme alacak.

YAZAR KADROSUNDA KİMLER VAR?

Yazar kadrosunda, Cübbeli Ahmet Hoca’nın yanı sıra M. Şevket Eygi, Lütfi Şahsuvaroğlu, Mehmet Doğan, Ebubekir Sifil, Mustafa Özcan, Cihangir İşbilir, Sema Maraşlı ve Habervaktim.com Yayın Yönetmeni Fatih Akkaya gibi isimler de yer alıyor.

İŞTE O SLOGANLAR…

Vahdet’in televizyon reklamlarında kullanılan sloganlar da çok çarpıcı. İşte o sloganlar;
– Bu gazete başka gazete
– Bu duruşu çok seveceksiniz
– Vahşet bitiyor Vahdet geliyor.