Cüneyt Zapsu

işadamı

Hasan Cüneyd Zapsu

1956 yılında İstanbul’da doğdu. Alman Lisesi mezunu. İstanbul ve Münih üniversitelerinde iş idaresi eğitimi aldı. İş hayatına özel sektörde başladı ve çeşitli birimlerde başkan yardımcılığı ve başkanlık yaptı. Ayrıca özel sektörde yönetim kurulu üyesi ve yönetim kurulu başkanı oldu. İstanbul İhracatçılar Birliği Başkanlığı ile ABD’de Hazelnut Council’in eş-başkanlığını yapıyor. Türk-Amerikan iş Konseyi, TÜSİAD gibi çeşitli cemiyetlerde üye. İngilizce ve Almanca bilmektedir.

HAKKINDA YAZILANLAR

Cüneyd Zapsu: Kürt ve Rumeli kimliğimle övünüyorum
Nuriye Akman
Zaman 25.05.2004

Başbakan Erdoğan’ın sırdaşı Cüneyd Zapsu, ırkçı bir milliyetçilik anlayışına karşı çıktığını belirterek, “Bu, aslımı inkâr etmek değil. Hem Kürt hem de Rumeli tarafımla iftihar ediyorum.” dedi.

Bürokrasiden hoşlanmıyorsunuz. Dış temaslarınızda hızlanma adına Dışişleri Bakanlığı’nı devreden çıkartıp, tepki aldığınız oluyor mu?

Başta çok fazla oldu. Hiç böyle bir çalışmaya alışmamışlardı. Amerika seyahati ile başladı bu olay. Gazetelerdeki negatif haberlerden belliydi, nereden geldiği. Haklılar. 35 sene çalışmışlar, büyükelçilik payesi almışlar. Ondan sonra hiçbir işten anlamayan bir işadamı kalkıyor, sanki daha iyi bilirmiş gibi işe karışıyor ve işi karıştırıyor. Bunu anlıyorum. Ancak bizim vaktimiz yok. Çok geride kalmışız birçok konuda. Kıbrıs konusunda, hakkımda yazılanlara şöyle bir bakın. Ne demişim, ne oldu? O zamanlar ben vatan hainiydim.

‘Ver kurtulcu’ deniyordu size.

Evet. Dışişleri’nde ise 30 küsur senedir, çözümsüzlük üzerine kurulmuş bir politika vardı. Aynı kişilere bir anda, “Hayır, bunu çözeceksin.” dendiği anda nasıl değiştirebilir kendini?
Kısa devre yapar beyin.
Bunlar oldu. Bence şu anda Dışişleri tepeden gelen, Abdullah Bey’den gelen rüzgâra daha yeni alışmaya başladı. Onlar alıştıktan sonra zaten benim bir problemim yok. Bana ihtiyaç da yok. Ama o zamana kadar vardı. Zaten Dışişleri Bakanı’nın haberi olmadan en ufak bir girişimim olamaz.
Bush görüşmesini siz mi ayarladınız?

Öyle deniyor.

Bu kadar işadamı var, yapabilen neden sizsiniz?

Korkularımın üzerine gittim hep. Küçükken çok içine kapanık bir çocuktum. Her şeyden çekinirdim. Başkasından beklemeyip, kendim yapmasını öğrendim bazı şeyleri. 11-12 yaşından sonra hep sınıf mümessilliği gibi ön plandaydım. Hiç çekinmeden herhangi birine telefon açıyorsunuz, randevu istiyorsunuz. Gidiyorsunuz, tıkır tıkır konuşuyorsunuz. Bu kadar basit işte. Ne masonum, ne dönmeyim. Ne CIA’im, ne MOSSAD’ım. Dünya Ekonomik Forumu’nda üye olmam çok işe yaradı. Çünkü orada çok insan tanıdım. Tanıdığım kişilerin kanallarını iyi kullandım. Türk-Amerikan İş Konseyi’nin yönetim kurulundayım. Oradan da birçok kimseyi tanıyorum. Almanya’yı zaten tanıyorum. Yoksa böyle gizli kapaklı bir şey yok.

Bush yönetiminin beyin takımı sizin dostunuz mu?

Dost biraz zor bir kelime. Tanışma diyelim. Hatta bir gün Başbakan sordu birisi için, “Arkadaşın değil mi?” diye. “Hayır. Arkadaşım değil, tanıyorum.” dedim.

Yani siz Amerikan yönetiminden istediğiniz kişiyi telefonla aradığınızda karşınıza çıkıyor mu?

Yok canım öyle bir şey olamaz. Yalnız açık olduğunuz zaman, insanlar açık olduğunuza inanamıyor. Mutlaka arkasında bir şey vardır zannediyor.

Biraz da ailenizi tanıyalım. Sizin Abdurrahim Zapsu’nun torunu olmanız önümüze iki damar açıyor. Bir, Kürt damarı, bir de tasavvufi yönü.
Daha çok tasavvufi yönü. Yeni moda oldu, bu Kürt tarafı. Ben hiç rahmetli babamdan böyle bir şey görmedim. Eniştem, yani halamın kocası Musa Anter’le aile içinde bir sıkıntı olduğunu sonradan anladım ben. Babam (Mustafa Pertev), kimseyle kavgalı değildi. Fakat senelerce sonra anladık. Musa amca meğer onunla tartışmış.

Kürtçülük meselesi yüzünden mi?

Tabii ki. İslâmiyet ile milliyetçilik birbiri ile bağdaşmıyor. O konuda tartışma olmuş. Sonradan ben Musa amcanın çocuklarıyla görüşürken anladım. 1987 Kasım’ında babam, ağabeyime, “Aziz, şu Musa amcanı çağır bir görüşelim.” dedi. Şaşırdık. Çünkü belki de 15 senedir görüşmüyorlardı.

Musa Bey’in öldürülmesinden ne kadar zaman önce?

4 sene evvel galiba. Ağabeyim haber verdi. Büyük oğluyla beraber geldi birkaç gün sonra. Sanki o kadar sene hiç geçmemiş gibi yakındılar. Rahmetli hacı babam beş vakit namazındaydı. Çok hoşgörülüydü. Boğazda bir eğlence sofrasında da rahatlıkla oturup sohbet edebilirdi. Konuşmalarının bir kısmına şahit oldum. Güzel sohbet ettiler ve ben orada Musa amcanın da çok farklı bir yöne doğru gittiğini fark ettim. Musa amca tekrar Mardin’e döndü. Babam ertesi günü vefat etti. Hayatta tek dargın olduğu kimseyle vefatından evvel barışmıştı.

Musa Anter nasıl bir yöne doğru dönmüştü?

Eskisi gibi çok sert milliyetçi, komünist, ateist Musa Anter yoktu karşımızda. Daha yumuşak, hatta dini konulara daha açık bir insan vardı. Bu yüzden, biraz evvel Kürt damarı dediniz, bizim evimizde ırkçılık gibi bir şey olamazdı. Bu demek değil ki ben kanımı inkâr ediyorum, aksine hem Kürt hem Rumelili, yani tam Türklüğümle iftihar ediyorum.

Dedenizin Kürt Talebe Ümit Cemiyeti’nin kurucusu olduğu, Şeyh Sait ayaklanmasına katıldığı doğru mu?

İlki doğrudur bir de Kürt Teali Cemiyeti vardı. Tek bildiğim, dedemin İstanbul’da Kürt talebeleri eğitmeye çalıştığıdır. Ama dedemin eğitmesi dini yöndedir. Osmanlı dönemi son ilahiyat mezunlarından. Hem de Maliye Mektebi’ni bitirmiş. Orada her zaman yumuşak ve her zaman Allah’ın hepimizi affedici yönleri olduğunu söylüyor. Zaten, babam, Saint George’da. Halalarımdan biri de Saint George, diğeri Dame de Sion’da. Katı Müslüman olan bir insan, tutup papaz okullarına çocuklarını gönderir mi? Ki o zaman tam papaz okulu Saint George. Biz döndüğümüzde Almanya’dan, babam kendi okuluna gitmemizi istemişti. Biz istemedik. “Yok baba, Alman Lisesi daha güzel. Biz papazların yanına girmeyelim.” dedik.

Şeyh Sait İsyanı’na gelelim. Böyle bir bilgi var mı sizde?

Yok. Olsa da zaten söylemezdim herhalde.

Bir soru işareti bırakıyorsunuz kafalarda.

Şeyh Sait İsyanı dediğiniz hadisenin tam ne olduğunu bilen var mı? O yüzden bir soru işareti olsun istedim. Cumhuriyet devrinin tarihini, baştan aşağı bir daha iyice okumakta, hatta belki bir daha yazmakta fayda var. Dedemin dostları arasında Said-i Nursi de var, Necip Fazıl da. Dedem hak gördüğünü söylemekten çekinmezmiş. Hatta o zamanlar damgalanmış, sürülmüş. Herkesin sırt çevirdiği bazı ailelerin açık bir şekilde yanlarında olmuş. O ailelerle hâlâ görüşüyoruz. Bakın 2004 yılındayız. Hâlâ önyargılardan kurtulamamışız. Birtakım korkular yönetiyor bizleri. Kürtçe dendiği zaman, ‘Olur mu böyle şey. Vatanımız, bölünmez bütünlük, parçalanma korkusu.’ Sosyal haklar, insan hakları dendiği zaman, ‘işte komünistler falan.’ Başörtüsü dendiğinde hemen ‘şeriat bilmem ne’. Her konuda birtakım korkularla, 50 senedir bu memleketi yönetmişler. Halen bunlar üzerine siyaset yapılıyor. Osmanlı tarihinin bir anlaşmasının tarihini gününe kadar ezberlettiler, ancak son 50-60 sene sanki yaşanmamış gibi.

Dedenizin Büyük İslam Tarihi diye bir kitabı var, değil mi?

Ayrıca Ehli Sünnet Yayınları diye haftalık dergi çıkıyormuş. Orada, Necip Fazıl, dedem yazıyor. Hatta babam anlatırdı bana, baskıdan çıkarmış, dağıtılırmış. Gidermiş kitapçıya, yok. Hemen arkasından topluyorlar. Birileri tüm kitapları satın alıyor.

Bir de Kürtçe kaleme aldığı bir destan var galiba?

Dedemin eserleri arasında tabii ki Kürtçe olanlar da varmış. Tiyatro dahil. Unutmam bir gün rahmetli babam çok kızmıştı bir kitabı gördüğünde, çünkü dedemin ismini kullanıyorlardı orada. İşte Kürt milliyetçisi diye. Çünkü dedem hayatı boyunca İslam’ın hizmetinde bulunmaya çalışmış ve ayrılıkçı Kürtçülüğe karşı çıkmış bir insan. Sormadan da basıyorlar.

Ailenin yaşantısında bir de sürgün var. Babanız, Demokrat Parti mağdurlarından.

Babam, tabii ki Demokrat Partiliydi, dedemin çektiği sıkıntılardan sonra.

Eziyet edilmiş mi dedenize?

Benim anladığım, Sultanahmet’teki Four Seasons Oteli’ni (eskiden cezaeviydi) benden önce ziyaret etmiş!

İslamcı Kürtçü ithamıyla mı?

Yok, Kürtçü değil ama, Şeyh Sait konusunda. Daha sonra Bediüzzaman Hazretleri konularında sorgulamışlar.

İşkence görmüş mü?

Bizde pek anlatılmaz. Edebe aykırıdır.

27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra size ne oldu?

Babam, 1960’ta Avrupa’ya gitti. Birkaç ay hiç havadis alamadık. Bir-iki ay Marsilya’da, Rotherdam’da kaldığını sonra öğrendik. Avusturya Lisesi’nden mezun olduğundan dolayı Almancası var, Münih’e yerleşmiş. Annemi, ağabeyimi ve beni de aldırdı. Rahat bir ortamdan gelip küçücük bir odada dört kişi yaşadık. Annem çok üzülürdü, bir tek ona üzülürüm. 4 yaşımı bile doldurmamıştım, anaokuluna verdiler. Sadece Katolik Kilisesi’nin anaokulları vardı o yıllarda. Rahibelerin anaokulunda geçirdiğim süre bana seneler gibi geldi. Meğer, sadece iki hafta kalmışım.

Normalde 4 yaş hiç hatırlanmaz. Çok mu yalnız hissetmiştiniz kendinizi?

Korku filmi gibiydi. Rahibeler ve Alman disiplini. Taş gibi bir yerde yatırıyor sizi. Verdiği yiyecekler… “Biz domuz yemeyiz.” dedik, ama o kadar berbat şeyler ki, çıkarıyorduk. Bir daha yedirirlerdi. Bunu babama söyleyince aldılar beni. Bu sefer yaşımı büyüttüler, 4 buçuk yaşımda okula başladım. İlkokulda çok tatlı bir çevrem vardı. İşçi yoktu o zaman. Türk dediğiniz zaman ‘silah dostumuz’ diye bakarlardı. Kızlar vardı, benim ayakkabımı bağlarlar, bana tatlı sözler söylerlerdi. Bugün söylediklerini hatırlıyorum. O zaman anlamazdım. Almancam ikinci sınıfta, pat diye açıldı.

Çocuklarınız yurtdışında mı doğdu?

Hayır. Almanya’da yaşıyorum, eşim hamile. Çocuğunu yurtdışına götürüp doğurmaya çalışan herhalde siz de çok kişi bilirsiniz. Ben tersini yaptım. Üç kızım da Almanya’da yaşadığımız halde eşimin hamileliğinin 7-8’inci aylarında buraya gelip doğurması ile İstanbul doğumludur. Bunun üç sebebi vardı: 1) Tanıdığımız doktor hanım buradaydı, ailemizin çok uzun seneler doktoru idi ve bizim de ebemizdi, yani doktora güven. 2) Doğum, kültürümüzde bir kadının en önemli olayıdır. Tüm eş dost, arkadaşları akrabaları ziyarete gelir, hediyeler vs… 3) Ben İstanbul doğumluyum ve bundan gurur duyuyorum. Çocuklarıma da İstanbul doğumlu olma gururunu yaşatmak istedim. Ne kadar gayri milliymişim değil mi?

Dinimizin gereklerini yerine getiremiyorum

Zannediyorum sülalenizin bir tarafı Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne dayanıyor.

Anne tarafım Balkanlıdır. Annem Bursa doğumludur. Diğer dedem İbrahim Uzel’e baktığınız zaman, zaten Üsküp civarından. Birinci Balkan Savaşı’nda gelmişler. Siyasi tarafı olmayan, tipik burjuva ve çok çalışkan bir aile. Babaannem tam Kürt’tür.

Zaza mı?

Kırmançı. Kürt Pertev Paşa’nın torunu. İşte Bedirhaniler kısmı babaannemden. Babamın babası, yani Abdürrahim Zapsu ise internette baktığınız zaman, ben de yeni gördüm. Yurtdışında yayınlanmış bir eser var. Oradaki şeceresi ta nerelere kadar gidiyor.

Peygamber Efendimiz’e mi?

Onu ben söyleyemem. Annem kızar öyle şeylere, “Katiyen konuşmayın.” der.

Böyle bir ailede büyümek, sizi nasıl bir insan yaptı?

Önyargılı olmamayı öğrendim. İlkokulu Almanya’da okudum. Bir azınlık psikolojisi içinde. Çünkü o zamanlar bugünkü gibi değildi Almanya. 1960-61. Münih’teydik, biz orada oruç tutardık ağabeyimle. Burada Alman Lisesi’ne geldik, çok şaşırdık. Türkiye’deyiz zannediyoruz. Almanlar da vardı, ama daha çok Türk vardı. Sınıfta tek oruç tutan bizdik. Hocalarımız oruç tuttuğumuza inanmıyordu. Bir keresinde, edebiyat hocamız, “Dilini çıkar bakayım.” bile demişti. Bazıları benim için ‘çok enternasyonal, milliyetçi değil.’ diyor. Tabii ki Türkiye için canımızı veririz. Bunlar milliyetçiliği ırkçılık olarak algılıyorlar. Ben ırkçı değilim.

Muhafazakâr bir kökenden gelmenize rağmen ‘içki de içmektedir’ denerek sizi olumlayanlar var.

Bu evde içki bulamazsınız, bu bir. İkincisi ve daha mühimi ise kendimi günahkâr bir Müslüman olarak görüyorum. Ama Müslüman olarak görüyorum. Dinimizin en güzel taraflarından biri de, Allah’ın kendine karşı yapılan her şeyi affetmesi.

Ortak koşmanın dışında!

Haklısınız. Dinimin gereği vazifelerimi yerine getiremiyorum. Yanlışlarım var, günahlarım var. Ama diyorum ki: Ben Allah’ı çok seviyorum. Onun da beni sevdiğini biliyorum. (Gözleri doluyor) Bu çok güzel bir duygu. O, bana üç güzel kız çocuğu verdi.
Cenneti garantilediniz bir hadise göre.
Dendiği gibi yetiştirmeyi becerebilirsem. İçimin rahat olmasının sebebi, bilerek hiçbir zaman birinin hakkını gasp etmedim. Hâlâ ağabeyim de ben de hak hukuk meselesine çok dikkat ediyoruz.

HABER

Zapsu’nun yeğenlerinin kavgası Uzel Makina’yı iflas ettirdi
sondevir 17 Temmuz 2012

2006’da 622 milyon TL ciro yapan bir zamanların sanayi devi Uzel Makina’nın iflas kararı çıktı. Aile kavgasıyla batışa sürüklenen Uzel’de kardeşlerin savaşı hâlâ sürüyor.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yerli otomobil üretilmesini ulusal bir hedef olarak koyduğu bir dönemde, Türkiye’nin ilk yerli traktör üreticisi Uzel Makina iflas etti. Aile içinde patlak veren kavga bir sanayi devinin iflasa sürüklenmesiyle noktalandı. İflas kararı ilgili mahkeme tarafından 5 Temmuz 2012’de alındı.

Hürriyet’in haberine göre ailede miras kavgası merhum bestakâr Ahmet Uzel’in eşi Türkan Uzel’in, eşinin ölümünün ardından oğullarıyla yaşadığı miras kavgasıyla başladı.

Baba Ahmet Uzel’in 1998’de vefat etmesinin ardından Türkan Uzel ile kızı Şafak Kibar’ın (Kibar Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ali Kibar’ın eşi), oğulları Önder ve Serdar Uzel’le miras üzerinde anlaşmazlığa düşmesi sorunların başlangıcı oldu.

Türkan Uzel 2003’te, iki oğlunun birlikte hareket ederek çoğunluğu kendisine sağlayan hisseleri hukuka aykırı şekilde ele geçirdikleri iddiasıyla dava açtı. İstanbul 9. Ticaret Mahkemesi’ne 2003’te başvuran Türkan Uzel, “İki oğlum, beni ve kızım Şafak Kibar’ı şirket yönetiminden uzaklaştırdılar” iddiasında bulundu.

Ağır ceza davası sonuçlandı

2007 yılına gelindiğinde Serdar Uzel ve Önder Uzel arasında da anlaşmazlık baş gösterdi. Gelinen noktada Uzel Makina alacaklarını isteyen bayiler, tedarikçiler ve işçilerin başlattığı süreç üzerine iflas noktasına geldi. T.C İstanbul 1. İflas Müdürlüğü 2012/10 dosya kararıyla şirketin iflasını açtı. Peki bu sürece nasıl gelindi? 2005 yılına kadar kardeşi Önder Uzel’le birlikte şirketin yönetiminde bulunan Serdar Uzel’e ulaştığımda kendisinin de çok üzgün olduğunu söyledi.

Şirketin iflasını sorduğumda Serdar Uzel, kardeşi Önder Uzel, Bedirhan Çelik ve Mehmet İzzet Kalaycı hakkında İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açtığı ağır ceza davasının sonuçlandığı söyledi. Sonrasında şu bilgileri verdi: “Önder Uzel, Bedirhan Çelik, Mehmet İzzet Kalaycı hizmet nedeniyle görevi kötüye kullanmak suçunu işledikleri gerekçesiyle 1 yıl 6 ay hapis, 520 gün adli para cezasıyla ayrı ayrı cezalandırıldı.

Ancak sabıkasız oldukları için verilen ceza ertelendi. Ağır ceza mahkemesinde açılan dava sürecinde sanıkların bütün mal varlıklarına el konulması kararı verilmişti. Mahkeme verdiği kararla sözkonusu el koyma kararlarının karar kesinleşene kadar devamına karar verdi.”

Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi Esas No: 2008/92 no ile görülen davada Yargıtay aşaması olacak. Serdar Uzel ise böyle bir aşamaya gelinmişken kardeşinin hâlâ, illegal şekilde şirketin yönetiminde bulunduğu söylüyor.

İşin sırrı Jersey’de çıktı

Bu noktada şirketin satışına karşı açtıkları davaların sürdüğünü söyleyen Uzel bu süreçle ilgili olarak şunları kaydetti:
“Ağabeyim, Uzel Makine’yi holding çatısı altından çıkarıp hisselerinin yüzde 64’ünü Hollanda’da kurulu Uzel Agri şirketine sattı. Ben de yönetimdeydim. İstanbul 6. Ticaret Mahkemesi Uzel Agri’nin hissedar sıfatı kazanmadığına hükmetti sonradan. Ağabeyim bu satışı şirketi globalleştirme mantığıyla yaptığını söyledi. Ancak bambaşka bir süreçle satış silsilesi devam ettirildi.

Hollanda Agri şirketinin üzerinde Uzel Corparation vardı. Ağabeyimle birlikte burada yüzde 50 – 50 ortaktık. Fakat bunun da üzerinde Lüksemburg’da kurulan bir şirket vardı. Onun da üzerinde Londra’da kurulan bir şirket var. Onun üzerinde de Jersey adasında kurulan bir vakıf var. Asıl hikaye bu vakıfla başlıyor. Bu vakıfta A grubu hisseleri, B grubu hisseleri var. A grubu iki oy, B grubu tek bir oy hakkına sahipmiş.

Ağabeyim Önder Uzel iki oyu temsil eden A grubu hisseyi almış. Ben bakmadan imzaladım. İki oy hakkına sahip olduktan sonra şirketi tamamen kontrol eder hale geldi. Ve aile üyelerini tümüyle uzaklaştırdı şirketten. Bu konuda hukuk ve ceza mahkemelerinde açtığımız davalar devam ediyor.” Yapılmış işlerin usulsüz olduğunu hatırlatan Serdar Uzel, “Bizim dışımızda yüzde 17’si halka açık olan bir şirkette bu hisseye yatırım yapmış kişiler de mağdur oldu” dedi.

Ahmet Uzel

Türkiye’de ilk traktörü üretti

* Bir zamanlar İSO’nun en büyük şirketler listesinde yer alan Uzel’in sermayesi artık ekside.
* 2006 yılında 622 milyon TL satış geliri gerçekleştiren şirket hakkında iflas açıldı.
* Şirketin makina teçhazatı ve üzerinde kurulu olduğu arazilere icra getirildi.
* Geçen dönemde dosyalara giren mahkeme kayıtlarına göre sadece IFC’nin alacağı 6 milyon dolar seviyesinde.
* 9 klasörlü Uzel dosyasının detayları tek alacaklının IFC olmadığını gösteriyor. Uzel’in alacaklıları arasında, Maliye, faktöring şirketleri, bankalar, tedadikçi firmalar ve yüzlerce çalışan buluyor.
* Uzel dosyasında alacaklar arasında büyük bankaların ve şirketlerin yanı sıra faktöring şirketleri onlarca çalışanın olması da dikkat çekiyor.

* Zapsu ve Laçin ailelerinin de bir dönem hissedar olduğu Uzel Makine’nin temelleri ise 1930’lara dayanıyor.
* 1878’deki Rus Savaşı sonrası Rumeli’den Bursa’ya göç eden bir ailenin oğlu olarak işe fayton üretmekle başlayan büyükbaba İbrahim Uzel tarafından temelleri attı.
* İbrahim Uzel’in Bursa’da 1937’de kurduğu Yaprak Yay şirketi ile Uzel’in hikayesi başlıyor. – 1961’de İngiliz Massey Ferguson ile anlaşıp Türkiye’nin ilk yerli traktör üreticisi olan Uzel, oğul Ahmet Uzel tarafından 1977’de holdingleştirdi.

Hisse kavgası nasıl patladı?

İki erkek kardeş arasındaki kavga, Serdar Uzel’in 2007 yılında holding yönetim kurulundan çıkarılmasıyla başladı. Şirketin yüzde 64 hissesi ise Hollanda’daki şirkete 2005 yılında satılmıştı. Bir dönem ağabeyiyle birlikte hareket eden Serdar Uzel de daha sonra annesi ve kızkardeşi gibi bu işleme karşı dava açtı. Serdar Uzel’in konuyla ilgili açıklamaları şölye devam ediyor:

“Babamın 1998 yılında vefatından sonra başladı sorunlar. Ağabeyim hepimizden tecrübeliydi ona inancımız tamdı. Ağabeyim anneme ait hisseyi kullanarak çoğunluğu sağlamış. O zaman ağabeyime güveniyorduk, olanların farkında değildik. O dönemde yönetimde ağabeyim, Uzel Sanayi şirketini temsilen Bedirhan Çelik ve ben vardık. Anneme ait çoğunluğu sağlayan hisseyle şirket yönetiminin kararlarını alabilecek duruma geldi.

Baktım ağabeyim herşeyi planlayarak hareket etmiş. Annem bu hisselerin kendisinden habersiz şekilde kullanımıyla ilgili olarak 2003 yılında dava açtı. Ben annemin bu davasını kabul edince ağabeyim yine usulsüz bir şekilde beni şirketten uzaklaştırdı. Annemin açtığı davada İstanbul 9. Ticaret Mahkemesi anneme ait olan hissenin kendisine iadesine karar verdi. Yargıtay tarafından yapılan temyiz incelemesinde karar yalnızca usülü açıdan bozuldu. Ve esasla ilgili değişen bir şey olmadı.”

Karşılıklı davalar sürüyor

2006 sonu itibariyle şirketin cirosunun 622 milyon TL civarında olduğunu hatırlatan Serdar Uzel, “Toplam kredisi ise sadece 60 milyon TL civarındaydı. Şirketin finansal yapısının ne kadar iyi gittiği ortadayken iflas aşamasına geldik” diyor. Gelinen noktada Önder Uzel’in de kardeşlerine karşı açtığı karşı davalar sürüyor. Şirkete traktör almak için avans veren bayiler, işçiler, tedarikçilerin alacaklarını talep etmek için hareket geçmesiyle şirket hakkında iflas kararı çıktı. Aile kavgasında Türkiye için önemli bir şirketin geldiği nokta ortada.

Hangi taraf haklı olarsa olsun şirket zarar gördüğü için bu noktada bir zamanlar borsanın hareketli hisseleri arasında yer alan şirkete yatırım yapanlar da mağdur oldu. Görünen o ki bu tür girişimlere karşı şirkete yatırım yapan insanları koruyacak bir mekanizma hala yok. Bu noktada şirketin bu aşamaya gelmeden kamu denetiminin yeterli bir şekilde yapılıp yapılmadığı merak konusu.