Doğum Tarihi
11 Kasım 1821
Ölüm Tarihi
9 Şubat 1881
Ülke
Rusya Federasyonu
Burç
Akrep
Fyodor Dostoyevski 1821’de Moskova’da, yoksul bir evde doğdu. Doğar doğmaz yakasına yapışan yoksulluk, bir ömür boyu peşini bırakmadı. Doktorluk yapan alkolik, sinirli bir baba ve hasta bir annenin yanında mutsuz bir çocukluk geçirdi. Altı çocuklu ailenin ikinci çocuğuydu. Genç yaşta tüberküloz hastalığı yüzünden önce annesini, sonra babasını kaybetti. Babasının ölümünü kendisi istediği düşüncesi yüzünden depresyona girdi. Epilepsi hastalığı da bu yıllarda ortaya çıktı.
Genç Dostoyevski, Petersburg’ta mühendislik okuduktan sonra edebiyata yöneldi. Para kazanmak için geceleri çalışarak Balzac ve Schiller’ı çevirdiği dönemlerde, ilk romanı olan ‘İnsancıklar’ın müsveddelerini şair Nikolay Neksarov’a okuttu. Müsveddeleri okuyan Neksarov, kısa bir süre sonra dönemin en tanınmış eleştirmenlerinden Belinski’ye yazar dostunu, “Yeni bir Gogol yetişiyor” diye tanıtacaktı. Belinski’nin yanıtı onur kırıcıydı: “Sizin orada da mantar gibi Gogol yetişiyor!” Ama ertesi gün genç adamın yazdıklarını okuduğunda Belinski’nin fikri değişti. Dostoyevski’ye bakarak şunları söyledi: “Siz burada neyi başardığınızın farkında mısınız?” Genç yazar o gün gözyaşlarıyla çıktığı caddede sarhoş gibi yürüdü. Sevinç ve acıyı, gurur ve ezikliği bir arada yaşıyordu.
1846’da Petraşevksi ile tanıştığında hayatı farklı bir yöne evrilecekti. Sosyalizme… Kısa bir süre sonra Petraşevski, Çar’a karşı başarısız bir ayaklanma gerçekleştirdi. Bu ülkedeki sosyalistler için avın başlaması demekti. Dostoyevski de, bir gece odasına sorgusuz giren askerler tarafından tutuklandı. Tam 10 ay, neyle suçlandığı söylenmeden bir kalenin hücresinde tutulup hakkında verilecek hükmü bekledi. Bu bekleyiş her şeyden daha ağırdı onun için. Hüküm geldiğinde her şey bitmişti. Karar bıçak gibiydi: Ölüm. Diğer isyancılarla meydanda kurşuna dizilerek öldürülecekti. 9 arkadaşıyla idam gömleği giyip meydanda ölümü beklerken, son anda bir şey oldu. Emri verecek olan subay, idama dakikalar kala elini kaldırdı ve ölüm cezasını hapis cezasına çevrildiği kararını okudu. 4 yıl kürek, 4 yıl da adî hapis yatacaktı. Cezasını çekmesi için Sibirya’da bulunan Omsk Cezaevi’ne gönderildi. Kürek mahkûmu olduğu süre içinde, kolları damgalandı, kafası tıraş edildi ve taş kırdı. Sara nöbetleri yüzünden birçok kere hastaneye kaldırıldı.
Yazmanın yasak olduğu Sibirya yıllarında, yanında İncil’den başka kitap yoktu. Orada 4 yıl haydutlarla, hırsızlarla ve katillerle kaldı. Sibirya’da birkaç sene daha kalıp umutsuzluk içinde, dul Mariya Dmitriyevna İsayeva ile, ona acıdığı için ilk evliliğini yaptı. Ardından 1859’da Petersburg’a döndü. Ama unutulmuş bir adamdı artık. O yalnızlık içinde ‘Ölüler Evinden Anılar’ı yazdı. Kitap Kremlin’e kadar yükseldi. Çar, sayfaları hıçkırıklarla okudu. İlk kitabıyla kıyısından döndüğü şöhret, bir kez daha kapısındaydı şimdi. Zorlu yıllar geride kalmış gibiydi. Şimdi ruhunda biraz olsun rahatlama hissedecekti.
Fakat bu da uzun sürmedi. Kurduğu gazete yasaklandı. Istırap yılları yeniden başldı. Ölümler birbirini kovaladı. Önce karısı, sonra abisi ve yardımcısı öldü. Omzuna yüklü bir borç bindi. Bir gece alacaklılardan kurtulmak için bir suçlu gibi yurt dışına kaçtı. Hastalığın nefesi de daima ensesindeydi. Sara illeti beynini uyuşturuyordu. Ağzından saçılan köpükler ve vücudunu saran titremeler, bir süre sonra onu hazzın doruklarına ulaştırırdı. Ancak her sara nöbeti sonrası, kendini yine acının ve ıstırabın kollarında buldu. Kimi zaman yazı yazarken tutulduğu nöbet, ona yarattığı bütün karakterleri ve olayları unutturuyordu. Güçlü iradesi sayesinde bozulan bütün imgeler, bir süre sonra zihninde yeniden netlik kazanıyordu. Ta ki yeni bir nöbete kadar… En büyük romanlarını işte böyle yazacaktı. Hakikatin peşinde ve çoğu zaman hezeyanın eşiğinde, daima bir ölçüsüzlükle… Yaşadığı ruhsal coşkuların da ölçüsü yoktu, uğradığı büyük yıkımların da…
Bu ruhsal coşkuya ulaşmanın bir yolu da, kumar olacaktı. Avrupa’da ruletle tanıştı. Bu oyun ona dünyevi birçok hazdan daha fazlasını verdi. Adeta dönen bir rulet çarkının ucundaydı hayatı. Hesapsızca oynadı. Bazen kazandı, bazen kaybetti. Gün geldi masaya bütün varlığını, hatta ruhunu koydu.
Sayfalar: 1 2 3