Fatih Sultan Mehmed Biyografisi
Fatih Sultan Mehmed, II. Mehmed, istanbul’u fethetmesinden sonra “Fatih” lakabını alan, yedinci Osmanlı padişahı.
30 Mart 1432‘de, o dönemde Osmanlı Devleti’nin başkenti olan Edirne‘de, II. Murat’ın Hüma Hatun‘dan olan oğluydu olarak dünyaya gelen Fatih Sultan Mehmed, Molla Gürani gibi dönemin ünlü bilginlerinden özel dersler alarak yetişti. 1443’te, çocuk yaşta sancakbeyliğine atanmasının ardından, hocaları ve danışmanlarıyla birlikte Manisaya giden Mehmed, daha sonra babası II. Murad tarafından, Edirne’ye çağırıldı ve Ağustos 1444’te, henüz 12 yaşında deneyimsiz bir çocukken tahtı devraldı.
Osmanlı’nın düşmanlarını umutlandıran bu olayın, bir Haçlı ordusunun, Tuna Irmağı‘nı geçerek, Varna’yı kuşatmasıyla sonuçlanmasının ardından, Anadolu‘da bulunan II. Murad, Sadrazam Çandarlı Halil Paşa tarafından Edirne’ye çağırıldı.
10 Kasım 1444’te, Varna Savaşı’nda Haçlı ordusunu alt eden ve savaşın ardından, tahtı II. Mehmed’e tekrar devrederek Manisa’ya dönen II. Murat’ın dönüşü, Türk soylu Çandarlı Halil Paşa ile genç Mehmed’i destekleyen devşirme kökenli Zağanos Paşa ve Şihabeddin Paşa arasında şiddetli bir çekişmeye sebep oldu. II. Murat’ın tahta dönmesini isteyen Çandarlı Halil Paşa’nın organize ettiği yeniçeri ayaklanması yüzünden, Mehmed tahtı bırakmak durumunda kaldı.
Mayıs 1446’da, II. Murat’ın Edirne’ye gelerek tahtı tekrar devralmasından sonra, sancakbeyi olarak Zağanos Paşa ve Şihabeddin Paşa eşliğinde Manisa‘ya dönen ve 1448 ve 1450 senelerinde düzenlenen Arnavutluk seferlerine katılan Mehmed, 18 Şubat 1451’de babası ölünce, Edirne’ye giderek ikinci kez tahta çıktı. II.Mehmed’in tahta ikinci çıkışında hala genç ve deneyimsiz olması, Karamanoğulları’nı harekete geçirdi. Karamanoğulları’nın Seydişehir ve Akşehir‘i ele geçirmelerinin ardından, Bizans da papaya başvurarak yeni bir Haçlı seferi düzenlenmesini istediyse de olumlu yanıt alamadı.
Osmanlı Devleti’nin Rumeli‘deki ilerlemesine ve büyümesine engel olan, Anadolu beyliklerini kışkırtarak Türk birliğini bozmaya çalışan ve Hristiyan dünyasını kışkırtıp, Haçlı Seferleri‘ni tetikleyen Bizans İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul’u işgal ederek, Anadolu ve Rumeli arasındaki askeri geçişi ve bağlantıyı kolaylaştırabilmeyi, boğazlar sayesinde ekonomik canlılığı sağlayabilmeyi, İpek Yolu‘nun Avrupa tarafına hükmedebilmeyi amaçlayan II.Mehmed’in diğer bi düşüncesi de, Hz Muhammed‘in; “İstanbul elbet fetholunacaktır. Ne güzel kumandandır o kumandan ve ne güzeldir o askerler” hadisine layık olabilmekti.
Balkanlar’da güven ve istikrarı sağlamak amacıyla, Macarlar ve Venedik‘liler ile bir barış antlaşması yapan ve Karamanoğulları ile anlaşarak, Anadolu’da güvenliği sağlayan II. Mehmed, İstanbul’un fethi için zemin hazırlığına başladı.
Bizans’a Karadeniz‘den gelecek yardımları engelleyebilmek için, Yıldırım Bayezid‘in İstanbul kuşatması sırasında yaptırdığı Anadolu Hisarı’nın karşısına, Boğazkesen Hisarı diye de anılan Rumeli Hisarı‘nı yaptırıldıktan sonra, 400 parçadan oluşan bir donanma inşa edildi. Turhan Bey komutasındaki bir Osmanlı donanması Mora‘ya gönderildi ve İstanbul’a yardım gelmesi engellendi. İstanbul’un güçlü surlarında gedikler açabilmek için de, devrin mühendislerinden Musluhiddin, Saruca Sekban ile Bizans’ın hapisanesinden Macar Usta Urban kaçırıldı, Edirne’de, “Şahi” adı verilen, zamanın en büyük topları döktürüldü ve askerlerin surlara çıkabilmesini sağlayacak tekerlekli kuleler yapıldı.
Osmanlı tarafında kuşatma hazırlıkları devam ederken Bizans’lılar da surları sağlamlaştırdılar ve Osmanlı Donanması’nın Haliç‘e girmesine engel olmak için, Haliç’in ağzını zincirle kapattılar. Ayrıca, suda yanabilen barut, neft yağı ve kükürt ile yapılan Rum Ateşi adlı silahı geliştiren Bizans’lılar, yiyecek, silah, mühimmat depolamaya başladılar.
Fatih Sultan Mehmed, hazırlıklar tamamlandıktan sonra, Bizans İmparatoru ‘e bir elçi göndererek, kan dökülmeden şehrin teslim edilmesini istedi. Fakat Konstantin’den, “savaşa hazırız” mesajının gelmesinin üzerine, İstanbul’un kara surları önüne gelen Osmanlı donanması ise Haliç’in girişinde ve Sarayburnu önünde demirledi.
23 Mart 1453‘te Edirne’den yola çıkan ordusuyla, 6 Nisan 1453’te İstanbul’u kuşatan II. Mehmed, aralıklı olarak 53 gün süren çatışmalar sırasında, Çandarlı Halil Paşa’nın İstanbul’un fethine karşı bir tutum sergilemesi üzerine, son saldırı hazırlıklarını yapması için Zağanos Paşa’yı görevlendirdi.
17 Nisan 1453’te de İstanbul Adalar‘ı fethedildi. Yardım gelmesini önlemek için, Marmara Denizi ile Çanakkale Boğazı‘nın kontrol altında tutulması sayesinde, hiçbir yerden destek alamayan Bizans’ın başkenti, 29 Mayıs 1453 tarihinde ele geçirildi.
II. Mehmed bu tarihi olayla, bin yılı aşkın sürelik Bizans İmparatorluğu’na son verdi ve “Fatih” ünvanını aldı. 1459’da, o dönemde dünyanın dört büyük bazilikasından biri olan Ayasofya’yı camiye dönüştüren Fatih, İstanbul’u Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti yaptı.
Fetihin ardından o sene temmuz ayında, kuşatma sırasında, Bizans yanlısı tutum içinde olduğu gerekçesiyle Çandarlı Halil Paşa’yı idam ettiren Fatih, İstanbul’u, farklı dinlerden insanların bir arada yaşadığı, ticaret ve kültür merkezi olan bir başkent yapmayı amaçlayan Fatih Sultan Mehmed, Galata’dan kaçan Rumların ve Ceneviz‘lilerin dönmesini sağlamasının ve Rum Patrikliği’nin yeniden açılmasına izin vermesinin yanı sıra, Yahudi hahambaşlığı ile bir Ermeni Patrikhanesi kurdurdu.
Dünyada Orta Çağ kapanıp, Yeni Çağ açılırken, Osmanlı’da da bu olay, Kuruluş Dönemi’ni sonlandırarak, Yükseliş Dönemi’ni başlattı. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin İslâm Dünyası’ndaki saygınlığı artarken, Fener Rum Patrikhanesi de bu tarihten itibaren Osmanlı himayesine girmiş oldu.
Türk ve dünya tarihi açısından büyük öneme sahip bu olayın sonuçlarından biri de, fetih sırasında kullanılan büyük topların, en güçlü surları bile yıkabileceğinin görülmesinin, Avrupa’daki derebeyliklerin yıkılmasına ve merkeziyetçi krallıkların güçlenmesine neden olmasıdır.
İstanbul’un fethinden kısa süre sonra, batıdaki hakimiyeti pekiştirmek, sınırları genişletmek, İslam’ı en uzak yerlere kadar yaymak ve Hristiyan birliğini bozmak amacıyla Avrupa üzerine bir çok sefer düzenledi. Ticaret yollarının güvenliğini sağlamayı ve korsanlardan kurtulmayı amaçlayan Fatih, Ege adaları üzerinde siyasetini ağırlaştırarak, buraya seferler düzenledi. Yeni tersaneler ve gemiler inşa edildi.1454 ve 1455 senelerinde gidilen, Güney Sırbistan’ı ve Ege Denizi’ndeki bazı önemli adaları Osmanlı topraklarına dahil etmesinin ardından, 1459‘da Sırbistan Krallığı’nın ortadan kaldırdı. Rodos seferine çıkıldıysa da başarılı olunamadı.
Venedik ve Ceneviz’lilerin İslam dünyasının aleyhine yaptıkları esir ticaretini önlemek, İstanbul’a gelen ticari malların taşınmasında esas rolü oynayan Kırım sahillerini ele geçirmek ve Karadeniz’in tamamına hakim olmayı amaçlayan, Fatih Sultan Mehmed, 1459’da Cenevizlilerin önemli üslerinden Amasra‘yı fethederek planını hayata geçirmeye giden ilk adımı attı.
1460‘ta, Bizans’ın son toprakları olan Mora’yı ele geçiren Fatih, aynı sene, Candaroğulları Beyliği‘ne son vererek Sinop’u, 1461‘de Rum Pontus Devleti‘nin başkenti Trabzon‘u, 1475‘te de Kırım‘ın ele geçirilmesiyle, planını başarıyla sonuçlandırmış oldu ve böylece, Karedeniz’deki Ceneviz üstünlüğü sona erdi ve İpek Yolu’nun tüm denetimi Osmanlı Devleti’ne geçti.
Fatih, 1462‘de tekrar Rumeli seferine çıktı. Eflâk’ı Osmanlı Devleti’ne bağlamasının ve 1463‘te Bosna‘yı tamamen ele geçirmesinin ardından yine o sene, Ege Denizi‘ndeki Midilli Adası‘nı da ele geçirince, Venedik’lilerle ilişkiler bozulmaya başladı. Bu olay sonrasında, 1479‘a kadar süren bir savaşı başlatmış olan Fatih, Ege’de Taşoz, Eğriboz, Limni, Semadirek, İmroz ve Bozcaada’yı aldı.
“Han” ünvanını ilk defa kullanan Fatih döneminde, Yıldırım Bayezid zamanında elden çıkan topraklar yeniden kazanılarak, Rumeli ve Karadeniz kıyılarında da yeni yerler alınarak, Anadolu birliği tamamlandı ve Rumeli’deki Türk varlığı Belgrad‘a kadar uzandı.
1465‘te Hersek‘in büyük bölümünü, 1466‘da da Arnavutluk’taki bazı kaleleri fethetti.
Osmanlı Devleti’nin hızlı gelişimi ve büyümesi karşısında Karamanoğulları’nın, Mısır‘daki Memlûklar ile Doğu Anadolu‘daki Akkoyunlular’la ittifak kurmasının ardından, 1466’da yeni bir Anadolu seferine çıkan Fatih, Karamanoğulları’nın o dönemde başkenti olan Konya‘yı ele geçirdi. Daha sonra Fatih’in İstanbul’a dönüşünü fırsat bilen Karamanoğulları’nın, Osmanlılar’a geçen yerleri geri aldılar. Akkoyunlular’ın, 1471‘de, Osmanlı Veziri Gedik Ahmed Paşa tarafından bir kez daha yenilgiye uğratılan Karamanoğulları’nı desteklemeye devam etmeleri üzerine Fatih, 11 Ağustos 1473‘te Otlukbeli Savaşı’nda Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ı ağır bir yenilgiye uğrattı ve takip eden sene de Karamanoğulları beyliğini ortadan kaldırdı.
1477‘de, Kırım Hanlığı‘nı Osmanlı Devleti’nin egemenliği altına alan ve takip eden sene Arnavutluk seferinde yeni yerler ele geçiren Fatih, 1479‘da bir antlaşma yaparak Venedik’le 16 yıllık savaşa sona verdi. Arnavutluk’taki kaleleri Osmanlılara bırakan Venedik, karşılığında Mora’daki bazı iskelelerden yararlanma hakkı elde etti.
Venedik’le anlaşmaya varmasının ardından, Fatih’in İtalya’nın öteki önemli kent devletlerine savaş açarak, 1480‘de İtalya‘nın güneyindeki, Roma‘ya giden yolda önemi büyük olan, Otranto limanını ele geçirmesi Avrupa’da büyük yankı uyandırdı. 16 yıl süren Osmanlı – Venedik Deniz Savaşları sonunda Venedik barış imzalamayı kabul etti. Roma’nın fethi açısından çok önemli bir merkez olan Otranto, Fatih Sultan Mehmed’in ölünce kaybedildi.
Anadolu’ya doğru yeni bir sefere çıkan, ancak yolun başında hastalanan ve 3 Mayıs 1481’de Gebze‘deki ordugâhında ölen Fatih Sultan Mehmed, 1467’de yapımına başlanan ve 1470’de tamamlanan, Fatih Camii‘nin yanındaki Fatih Türbesi‘ne defnedildi. Gevherhan Sultan adında bir kızı olan Fatih Sultan Mehmed’in ölümünden sonra, Mustafa, II. Bayezid, Cem ve Korkud adındaki dört oğlu arasından II. Bayezid tahta geçti.
Askeri başarılarla Osmanlı Devleti’ni büyük bir imparatorluğa dönüştüren Fatih, çıkardığı yasalarla da devleti önemli ölçüde yeniden biçimlendirdi. Klasik anlamda, Osmanlı devletinin idari kurucusu olarak tanımlanabilcek Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethinden sonra kendisini, “Kaiser-i Rum” ilan etti ve devlet kurumlarını düzene soktu.
Fatih, Osmanlı Devleti’ne sağlam ve sürekli bir yapı kazandırmak için önemli düzenlemeler yapan Fatih’in, yönetim, maliye ve hukuk alanında koyduğu kuralları içeren Fatih Kanunnamesi ile Kanunname-i Ali Osman adı verilen, Atam-Dedem Kanunu denen gelenekleri yazılı hale getirdi. Tahta çıkan padişaha, devletin geleceği için kardeşlerini öldürme hakkı veren bu kanunname de, Fatih’in Osmanlı devlet düzenine ilişkin temel ilkelerin pek çoğu gibi, Tanzimat dönemine kadar geçerliliğini korudu.
Divanın idaresini sadrazamlara bırakarak, işleri kafes arkasından takip etmeye başlayan, mutlak vekilim dediği sadrazamı geniş yetkilerle donatan Fatih, defterdar, kazaskerler ve diğer üst düzey devlet erkanının görevlerini de tanımladı. Bu dönemde yeniçeri ordusu 10.000’e çıkarılarak güçlü bir merkezi ordu teşkil edildiğinden uç beylerinin önemi azaldı, böylece merkezi idare sağlamlaştırılmış oldu.
Saltanatı süresince 500’den fazla mimari yapı yapılan Osmanlı İmparatorluğu topraklarında, adına yapılan en önemli yapı, İstanbul’un Fatih semtinde bulunan, bir cami ile medrese, kitaplık, imarethane, darüşşifa, hamam, kervansaray gibi bölümleri olan, Fatih Külliyesi’dir.
“Avni” takma adı altında, şiirler yazan, Türkçe‘den başka Arapça, Latince ve Yunanca kitaplardan oluşan özel bir kütüphaneye sahip olan Fatih, edebiyatın yanı sıra, bilime, tarihe ve felsefeye de ilgi duyardı. 1904 yılında, 14 gazeli Divân-ı Avni adı altında Berlin’de basıldı.
Şiirleri, Fatih Divanı (1944), Fatih’in Şiirleri (1946), Fatih ve Şiirleri (1959) gibi kitaplarda toplanan Fatih, bilim adamlarını ve edebiyatçıları desteklerdi. Nesir ustası Sinan Paşa ve şair Ahmed Paşa‘yı vezirliğe kadar yükselten, 1466 yılında Batlamyos Haritası‘nı yeniden tercüme ettirip, haritadaki adları Arap harfleriyle yazdırdı. Bilimsel sorunlarda, hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun bilginleri korur onlara eserler yazdırırdı. Bilime büyük önem veren Fatih Sultan Mehmed yabancı ülkelerdeki büyük bilginleri İstanbul’a getirtirdi. Ünlü matematikçi ve astronomi bilgini Ali Kuşçu‘nun İstanbul’da kalmasını sağlayan Fatih, 1479 senesinde İtalyan ressam Gentile Bellini‘yi İstanbul’a getirterek resimlerini yaptıran ilk padişah oldu.
İlginç ve bilinmedik konular hakkında makaleler yazdıran ve bunları inceleyen Fatih’in en değer verdiği alimlerden biri de, daha önceden öğrencisi olduğu, üstün zekası ve anlayışı, yılmak bilmeyen çalışma gücüyle kendini kitaplara adamış, başta İslami ilimler olmak üzere tıp, astronomi, biyoloji ve matematikte adından söz ettiren ve Akşemseddin olarak tanınan, Şemseddin Muhammed Bin Hamza’ydı. İstanbul, Fatih zamanında bir ilim ve sanat merkezi haline geldi, Fatih medreseleri klasik Osmanlı medreselerinin temelini oluşturdu.
Azmi, aldığı kararları uygulama tarzı ve iradesiyle tanınan Fatih Sultan Mehmed, 1481 yılına kadar sürdürdüğü 30 senelik hükümdarlığı boyunca, ordusunun başında, bizzat kendisinin idare ettiği 25 sefere katıldı. 900.000 kilometrekare olan Osmanlı topraklarını, 2.214.000 kilometrekareye çıkardı.
1463’te Bosna’yı fethetmesinin ardından, Osmanlı Devleti’nin politikası doğrultusunda, bölge halkına dini serbestlik veren Fatih Sultan Mehmed’in, 1478’de, buradaki latin papazlarına verdiği ferman şöyleydi;
“Nişanı-ı hümayun şu ki Ben ki Sultan Mehmed Han’ım; üst ve alt tabakada bulunan bütün halk tarafından şu şekilde bilinsin ki, bu fermanı taşıyan Bosna rahiplerine lütufta bulunup şu hususları buyurdum: Sözkonusu rahiplere ve kiliselerine hiçkimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara ve gerekse kaçanlara emn-ü aman olsun ki, memleketimize gelip korkusuzca sakin olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler; ne ben, ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp incitmeyecektir.
Kendilerine, canlarına, mallarına, kiliselerine ve dışardan memleketimize getirecekleri kimselere yeri ve göğü yaratna Allah hakkı için, Peygamberimiz Muhammed Mustafa hakkı için, yedi Mushaf hakkı için, yüz yirmi dört bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç için en ağır yemin ile yemin ederim ki, yukarda belirtilen hususlara söz konusu rahipler benim hizmetime ve benim emrime itaatkâr oldukları sürece hiç kimse tarafından muhalefet edilmeyecektir.”