mutasavvıf
Hacı Bektaş-ı Veli
1281 yılında Nişabur kentinde doğdu. Gerçek adı, Seyyid Muhammed bin İbrahim Ata’dır.
İlk eğitimini Şeyh Lokmanı Perende’den aldı. Lokmanı Perende, Ahmet Yesevi’nin halifelerindi. Zahir ve batın ilimlerinde derin bilgilere sahipti.
Lokman-ı Perende’nin en seçkin talebesi oldu. Eğitimini bitirdikten sonra Anadolu’ya geldi. Kısa zamanda tanınarak önemli talebeler yetiştirdi.
Kendisinin de bağlı olduğu “Ahilik Teşkilatı” ile, Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde Anadolu’da sosyal yapının gelişmesinde önemli katkılarda bulundu.
Hayatının büyük bir kısmını Sulucakarahöyük’te sürdürdü.
1338 yılında Sulucakarahöyük’te vefat etti.
ESERİ :
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Makalat adlı Arapça bir eseri vardır.
Osmanlı Ordusu ve Hacı Bektaş-ı Veli
Osmanlı ordusunda yeniçeriler Bektaşilik kurallarına göre yetiştirilirdi. Bu nedenle Yeniçerilere tarihte Hacı Bektaş Veli çocukları da denirdi. Ocağın banisi Hacı Bektaş Veli olarak kabul edilirdi.
HAKKINDA YAZILANLAR
Hacı Bektaş-ı Veli Hakkında
Osmanlı devletinin kuruluş yıllarında yaşayan evliyanın büyüklerinden. İsmi, Seyyid Muhammed bin İbrahim Ata, lakabı Bektaş’tır. Horasan’ın Nişabûr şehrinde 1281 (H. 680) senesinde doğdu. Hacı Bektaş-ı Veli’nin soyu Hazreti Ali’ye dayanır.
1338 (H.738) senesinde Kırşehir’e yakın bir yerde vefat etti. Vefatı hakkında başka rivayetler de vardır. Türbesinin bulunduğu ilçeye sonradan Hacıbektaş ismi verildi.
Daha çocukken ilim öğrenmesi için ailesi tarafından Şeyh Lokman-ı Perende’ye teslim edildi. Lokman-ı Perende, Ahmet Yesevi hazretlerinin halifelerinden olup, zahir ve batın ilimlerinde çok derinleşmişti. Bektaş-ı Veli’nin daha çocukken birçok kerametleri görüldü. Bir gün Lokman-ı Perende onun yanına girmiş ve odasını nur ile dolu görünce şaşırmıştır. Bu sırada; Bektaş-ı Veli’nin iki yanında, Kur’an-ı kerim okuyan iki nûrani zat duruyordu. Lokman-ı Perende onun yanına girince, bunlar kayboldu. Lokman-ı Perende, Bektaş-ı Veli’ye onların kim olduğunu sordu. O da; “Birisi Server-i alem efendimiz diğeri ise hazret-i Ali idi.” cevabını verdi.
Yine bir gün hocasından ders dinlerken, namaz vakti geldi. Hocası hizmetçisinden abdest almak için su istedi. Bektaş-ı Veli hocasına; “Bir nazar etseniz de, su buradan aksa, dışarıya gitmeye gerek olmasa.” dedi. Hocası; “Benim kudretim bunu yapmaya yetmez.” cevabını verdi. Bunun üzerine o sırada Bekaş-ı Veli, Allahü tealaya dua etti. Hocası da “Amin” dedi. O anda medresenin ortasında latif bir su çıkıp, kapıya doğru akmaya başladı. Pınarın başında renk renk çiçekler açtı.
Bu hadiseden bir süre sonra, Lokman-ı Perende hacca gitti. Arafat’ta kıbleye doğru döndükleri esnada, talebelerine; “Yarenler! Bugün Arefedir. Şimdi bizim evde yemekler pişirlir.” dedi. Bu söz, Allahü tealanın kudretiyle, Bektaş-ı Veli’ye malum oldu. Tam o sırada hocasının evinde yemekler pişiyordu. Bektaş-ı Veli hemen bir tepsi yemeği aldığı gibi, bir anda hocasına sundu. Hocası Nişabûr’a dönünce, onun bu kerametini herkese anlattı ve Hacı lakabını verdi. Bu esnada Horasan’da bulunan alimler, Lokman-ı Perende’ye hac mübarekesine geldiklerinde, medresede akan suyu görünce şaşırdılar. Bunun sebebini sordular. Lokman-ı Perende; “Bu keramet, Hacı Bektaş’ındır.” dedi. Sonra onun gösterdiği kerametlerini gelen alimlere anlattı. Onlar bütün bunların bir çocuktan zuhûr etmesine şaştılar. Bunun üzerine Hacı Bektaş-ı Veli, alimlere; “Ben, Resûl-i ekremin soyundanım. Bana bunları çok görmeyiniz. Bunlar, Allahü tealanın bana bir ihsanıdır” dedi.
Hacı Bektaş-ı Veli, tahsilini tamamladıktansonra Anadolu’ya geldi. Halka doğru yolu göstermeye başlayan ve kıymetli taleeler yetşitiren Hacı Bektaş-ı Veli, kısa zamanda tanınarak büyük rağbet gördü. Bu sırada Anadolu’da dini, iktisadi, askeri ve sosyal teşekkül olan ve kendisinin de bağlı olduğu “Ahilik teşkilatı” ile büyük hizmetler yapan Hacı Bektaş-ı Veli ve talebeleri, Osmanlı sultanları tarafından da sevildi ve hürmet gördü. Bu sıralarda kuruluş devrinde olan Osmanlı devletinin sağlam temeller üzerine oturmasında büyük hizmetleri ve himmetleri oldu. Sultan Orhan zamanında teşkil edilen Yeniçeri ordusuna dua ederek, askerlerin sırtlarını sıvazladı. Onlara İslamiyet’ten ayrılmamalarını nasihat etti. Böylece Hacı Bektaş-ı Veli’yi kendilerine manevi pir olarak kabul eden Yeniçeri ordusu, manevi hayatını ve disiplinini ona bağladı. Hacı Bektaş-ı Veli, asırlarca Yeniçeriliğin piri, üstadı ve manevi hamisi olarak bilindi. Bu bağlılık ve muhabbet, Yeniçerilerin sulh zamanındaki talimleri ve harplerdeki gayret ve kahramanlıklarında çok müsbet neticeler verdi. Bütün bunlar, halk ile Yeniçeriler arasındaki yakınlığı kuvvetlendirdi. Yeniçeriler, dervişler gibi cihad azmiyle dolu ve görülmemiş derecede kahraman ve fedakar oluşlarında, bu hadiseler müsbet tesirler gösterdi. Yeniçerilerin; “Allah, Allah! İllallah! Baş uryan, sine püryan, kılıç al kan. Bu meydanda nice başlar kesilir. Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan! Kulluğumuz padişaha ayan! Üçler, yediler, kırklar! Gülbang-i Muhammedi, Nûr-i Nebi, Kerem-i Ali… Pirimiz, sultanımız Hacı Bektaş-ı Veli…” diyerek savaşa başlamaları, bunun manidar bir ifadesidir.Hacı Bektaş-ı Veli’nin Malalat adlı Arapça bir eseri vardır. Sonradan nefes adıyla yazılan ve ona nisbet edilen şiirler onun değildir.
Buyurdu ki: “Tarikatın, tasavvuf yolunun ilk makamı, bir alime can u gönülden bğlanıp, tövbe etmektir. Tövbe, can u gönülden olan pişmanlıktır ve mutlaka yapılmalıdır. Tövbe ederken gözyaşı dökmelidir. Tövbeyi kabul edecek Allahü tealadır. Tövbe ettikten sonra O’na tevekkül etmelidir. İkinci makamı, talebe olmaktır. Üçüncü makamı, mücahede, nefse zor gelen, nefsin istemediği şeyleri yapmaktır. Dördüncü makamı, hocaya hizmettir. Beşinci makamı, korkudur. Altıncı makamı, ümitli olmaktır. Yedinci makamı, şevktir ve fakirliktir.
Marifetin birinci makamı edep, ikinci makamı, korkudur. Üçüncü makamı, az yemektir. Dördüncü makamı, sabır ve kanattır. Beşinci bakamı, utanmaktır. Altıncı makamı, cömertliktir. Yedinci makamı, ilimdir. Sekizinci makamı, marifettir. Dokuzuncu makamı, kendi nefsini bilmektir.”
1338 senesinde vefat eden Hacı Bektaş-ı Veli’nin derslerini ve sohbetlerini takib ederek onun tarikatına bağlananlara, tasavvuftaki usûle uyularak “Bektaşi” denildi. bu temiz, itikadları düzgün olan ve ibadetlerini yapan Bektaşiler zamanla azaldı. Daha sonra yapılan bir takım değişiklikler sebebiyle, hakiki Bektaşilik unutuldu ve zamanımızdan yüz sene önce ise hiç kalmadı. Herkes tarafından sevilen, hürmet ve itibar edilen bu isim, Hurûfi denilen sapık kimseler tarafından da siper olarak kullanıldı. İslamiyeti yıkmak için kurulan bozuk yollardan biri olan Hurûfiliğin kurucusu Fadlullah Hurûfi, Timûr Han tarafından öldürülünce, dokuz yardımcısı kaçarak Anadolu’ya geldiler. Bunlardan Aliyyül-A’la ismindeki kimse, bir Bektaşi tekkesine geldi. Cavidan adlı kitaplarını gizlice yaymaya, cahilleri aldatmaya başladı. Hacı Bektaş-ı Veli’nin yolu budur dedi. Halbuki Hacı Bektaş-ı Veli’nin yolundan ayrılmayan hakiki Bektaşiler, bunlardan tamamen ayrıldılar. Hurûfilik, haramlara helal, nefsin arzu ettiği kötü arzulara, serbesttir dediği için, bozuk rûhlu insanlar arasında çabucak yayıldı. Sözlerine “Sır” deyip, çok gizli tutulmasını emrederlerdi. Sırları yabancılara açanları öldürdükleri bile olurdu. Sırları Cavidan kitabında a, c, v, z, … gibi harflerle işaret edilmektedir. Hurûfiler, Bektaşilik ismini kendilerine perde yaparak, bu perde arkasında çalışmışlardır.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin şiilikle ilgisi bulunduğunu söyleyenler yanında, bazıları da onun sapık Baba Resûl’ün halifesi olduğunu, namaz kılmadığını ve şeriata aldırmadığını kaydetmektedirler. Oysa Makalat’ın asıl nüshaları tetkik edildiğinde, onun; İslam dinine sıkı sıkıya ve sağlam bir şekilde bağlı, İslamiyet’e uymayan davranışlara şiddetle karşı çıkan mübarek bir veli olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan Hacı Bektaş-ı Veli devrine en yakın zamanda yazılmış olan Tiryakü’l-Muhibbin’de Vasıti onun Ahmet Yesevi’ye mensûb olduğunu zikretmekte ve şu silsileyi vermektedir: Es-Seyyid Bektaş el-Horasani, Ahmed-i Yesevi, Abdülhalık Goncdüvani, Yûsuf-ı Hemedani, Ebû Ali Farmedi, Ebü’l-Hasan Harkani, Abdülkasım Gürgani, Ebû Osman Mağribi ve Cüneyd-i Mağdadi yolu ile Hazreti Ali’ye ulaşmaktadır.
BİR DERGAH İSTIYORUZ
Hacı Bektaş-ı Veli, her gün gelip, şimdiki dergahının bulunduğu yere otururdu. Onu sevenler; “Galiba Hacı Bektaş-ı Veli hazretleri burada bir dergah bina edilmesini istiyor, o yüzden gelip buraya oturuyor” dediler. Daha sonra Hacı Bektaş-ı Veli’nin hizmetini gören Sarı İsmail’e, Hacı Bektaş’ı sevenlerden biri, buraya bir dergah yaptırmaya niyet ettiğini söyledi. Sarı İsmail de, gelip durumu hocasına arz etti. Hacı Bektaş-ı Veli; “Ona söyle. Bir usta getirsin. Biz istediğimiz büyüklükte bir daire çizelim. Ayrıca yeteri kadar taş getirtip, yonttursun, hazır etsin” dedi.
Sarı İsmail, bu durumu o şahsa bildirince, çok sevindi ve hemen bir mimar getirdi. Hacı Bektaş-ı Veli de kalkıp, mübarek eliyle şimdiki dergahın bulunduğu yeri çizdi. O mimar da, dergahın inşası için yetecek kadar taş getirtip, yontturdu. Taşların yontulma işinin bittiği gecenin sabahı, herkes, dergahın yapılmış olduğunu gördü. Dergahı yaptıracak kimse, derhal Sarı İsmail’in yanına gelip; “Ben bu binanın yaptırılması için usta getirdim, taş getirdim ve yaptırma sevabına kavuşmak istedim. Fakat her kimse bir gecede yaptırmış” diyerek üzüntülerini belirtti. Sarı İsmail, durumu derhal hocası Hacı Bektaş-ı Veli’ye bildirdi. Bunun üzerine Hacı Bektaş-ı Veli; “Ey İsmail! O beni sevene söyle, bu dergahı zahirden birisi gelip yaptırmadı. Allahü tealanın izni ile bir anda yapıldı. Sevabı yine onun amel defterine yazılmıştır” dedi. İsmail durumu derhal o kimseye bildirdi. O zat da Allahü tealaya şükür secdesi yaptı.
1) Şakayık-ı Nu’maniyye Zeyli (Mecdi Efendi); s.44
2) Rehber Ansiklopedisi; c.7, s.8
3) Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1080
4) Makalat, Süleymaniye Kütüphanesi, Denizli Kısmı, No: 131/4)
5) Tiryak-ul-Muhibbin; s.47
6) Tıbyan-ül-Vesail; c.1, s.129
7) Kaşif-ül-Esrar; s.3
8) İslam Alimleri Ansiklopedisi; c.10, s.129
9) Sefinetü’l-Evliya; c.1, s.395
10) Makalat- E. Coşan
HAKKINDA YAZILANLAR
HÜNKAR
Hacı Bektaş Veli
Mahmut Çetin
Biyografi Net Yayınları
O anda Abdal Musa’nın aklına Horasan’dan Anadolu’ya gelirken düşündüğü hayal geldi. Abdal Musa’nın gözünde Anadolu sabah demekti. Güneş’in doğumu demekti. Ve dahi çimenlerin üstüne çiğ düşmüş demekti. Çiğ ve güneş Anadolu demekti. Dalgın, nereden aklıma gelir bilmem diyerek, zikrine devam etti. Lailahe illallah, Lailahe illallah, Lailahe illallah..
HABER
Hacı Bektaş Veli Müzesine ziyaretler ücretsiz
8 Aralık 2014
Hacı Bektaş Veli Müzesine ziyaretlerin ücretsiz hale getirilmesi, memnuniyetle karşılandı.
Hacıbektaş Belediye Başkanı Ali Rıza Selmanpakoğlu, yaptığı açıklamada, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 8 Kasım’da düzenlenen “4. Uluslararası Hacıbektaş Aşure Günü” etkinliğine katıldığını, Hacı Bektaş Veli Müzesine ve Konya’daki Mevlana Müzesine girişlerin ücretsiz olacağı müjdesini verdiğini hatırlattı.