Haldun Dormen

tiyatro oyuncusu ve yönetmeni

5 Nisan 1928 tarihinde Mersin’de doğdu. Bulvar komedisi ve vodvil türünde uzman bir tiyatro yönetmenidir. Sahneye ilk defa Galatasaray Lisesi’nde ortaokulda çıktı. Lise öğrenimini Robert Kolej’de tamamladı.

Tiyatro eğitimini ABD’de Yale Üniversitesi’nde yaptı. İstanbul’da önce Muhsin Ertuğrul yönetimindeki Küçük Sahne’ye girdi. ‘Cinayet Var’ adlı oyundaki dedektif rolüyle ilk kez seyirci karşısına çıktı. Bir buçuk yıl Muhsin Ertuğrul ile çalıştı. Sonra Cep Tiyatrosu’nu kurdu. 1957 yılında ‘Papaz Kaçtı’ komedisiyle İstanbul’un Feriköy semtinde Dormen Tiyatrosu’nu kurdu. Erol Günaydın, Nisa Serezli, Metin Serezli ve Erol Keskin. Dormen Tiyatrosu’nun ilk kadrosunu oluşturdu. Topluluk en parlak dönemini 1957-1972 yılları arasında yaşadı.

Dormen Tiyatrosu, 1972 yılında Ses Tiyatrosu’nda ‘Ayı Masalı’ adlı oyunla perdelerini açtı. ‘Bit Yeniği’, ‘Şahane Züğürtler’ gibi oyunlar sahneledi. 1977’de televizyonun yaygınlaşması sonunucu artan ekonomik sıkıntılar yüzünden tiyatroyu kapatmak zorunda kaldı. 1977’den sonra televizyonculuk ve radyoculuk yaptı. Milliyet gazetesinde 8 yıl boyunca gazetecilik yaptı. 1984 yılında Dormen Tiyatrosu yeniden perdelerini açtı. Ancak 2001 yılından tekrar kapandı.

1966 yılında sinemaya geçti. İki film yönetti. Bozuk Düzen (1966), Güzel Bir Gün İçin (1967).

11 oyun yazdı. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nde ders verdi. Medyapım Akademi’de yöneticilik yaptı.

1959 yılında Betül Mardin ile evlendi. 8 yıl süren bu evliliğinden Ömer Dormen adlı bir oğlu oldu.

Ödülleri

1998 yılında Kültür Bakanlığı’nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını aldı. Hacettepe Üniversitesi tarafından Onursal Bilim Doktoru olarak ödüllendirildi. Çeşitli televizyon dizilerinde rol aldı.

ESERLERİ:

Anı kitapları:

Sürç-ü Lisan Ettikse
Antrakt
İkinci Perde

HAKKINDA YAZILANLAR

1.1955’ten 1995’e Dormen Tiyatrosu’nun 40 Yılı
Kerem Atabeyoğlu
Yapı Kredi Yayınları / Seçmeler – Ustalar – Portreler Dizisi

SÖYLEŞİ

‘Ben bu dinlere inanmıyorum’
Yurt 28 Nisan 2013
DERYA DEMİR

Hacettepe Üniversitesi tarafından “Onursal bilim doktoru”olarak ödüllendirilen, Türk tiyatrosuna bir çok değer yetiştirmiş usta Haldun Dormen, hayatını ve düşündüklerini tüm açıklığıyla YURT’a anlattı.

Haldun Dormen 1954 yılından beri Türk Tiyatrosu’na emek vermiş usta bir oyuncu ve aydın… Yaşına karşın enerji dolu hayatının sırrını üç sözcükle özetliyor. Hareket, hareket ve hareket. Onu dinlerken söylenebilecek bütün tanımlamalara bir yenisini daha ekledim. “Virgülsüz cümlelerin sahibi” dedim kendi kendime. O kadar hızlı konuşuyor ki, kulağımı dört açıp dikkat kesildim. Ağzından çıkan her kelime ile büyülüyor insanı. Dormen’i Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezi’nde genç tiyatrocularla bir oyunun provasını yaparken yakaladım. Her saniyesine değer yükleyen usta tiyatrocuya vakit kaybetmeden sorularımı yönelttim o da o bilindik üslubuyla hızla yanıt verdi.

Ön ayak olduğunuz 17. Afife Jale Tiyatro Ödülleri yarın akşam sahiplerini bulacak. Sürpriz var mı? Ödülleri kim alacak belli mi?

Yarın akşam güzel bir gece olacak. Ödüller sahiplerini bulacak. Son hazırlıklar yapılıyor. Jüri son kararını bugün verecek. Noter huzurunda kararlar açıklanıyor. Dolayısıyla ben de bilmiyorum son ana kadar kimin ödül alacağını. Bazen memnun oluyoruz sonuçtan bazen de hayal kırıklığı yaşıyorum. Yöneticisi olduğum halde jüri ile hiç alakam yok. Müdahale etmiyorum hiçbir şekilde. Ama bazen gerçekten hayal kırıklığına uğruyorum. Tiyatroda 2 kere 2 dört değil. Genel geçer bir beğeni söz konusu değil.

‘YÖNETMELİKLER DEMODE KALMIŞ’

Tiyatro sanatına baskı uygulanıyor mu?

Ben çok fazla baskı uygulandığına inanmıyorum. Şehir ve devlet tiyatrosu kapatılacak dedikodusu bile çok tatsızdı. Bunlar devletin idare etmesi gereken kuruluşlar. Özellikle İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun 100 yıllık bir mazisi var. O geçmişi yok edemeyiz. Osmanlılardan kalma bir kültür varlığımız o bizim. Ama şunu kabul etmeliyiz ki hepsinin yönetmeliğinde değişiklikler yapılmalı. Biraz eski kaldıkları bir gerçek.

Tiyatro demode mi kaldı?

Hayır, buna kesinlikle inanmıyorum. Bunu söyleyen tiyatrodan anlamıyor demektir ama yönetmelikler biraz demode kalmış diyebilirim. Bunların değişmesi ve zamana uydurulması lazım. Bir insan çalışmıyorsa eğer orada oturmamalı. Çalışmayan, dublaj yapmayan ama dizilerde oynayanlar var. Tabi ki oynayacaklar ama tiyatroda çalışmadıkları sürede maaş almamalılar. Diğer insanların hakkı yeniyor o zaman. Ama Şehir ve Devlet Tiyatrolarının kapatılması bahis konusu dahi olmamalıdır.

‘TARİHİ DOKU YOK OLACAK’

Emek Sineması kapatılıyor. Sizin de anılarınız vardır sanırım?

Orası ilk açıldığında buz pateni ringiymiş. Sonradan Melek Sineması oldu. Gençliğim süresince orası Melek Sineması’ydı. Eski adı Melek’ti. Oradaki filmler çok önemliydi. Hayatımın en güzel filmlerini, müzikallerini orada seyrettim. Ondan evvel Saray Sineması kapandı. Şimdi abuk subuk bir alışveriş merkezi oldu. İstanbul Filarmoni Derneği’nin konserleri orada düzenlenirdi. Bütün Avrupa’dan gelen tiyatro oyunları orada oynanırdı. Bu bir kayıp. Yerine sinema salonları açılacakmış ama önemli olan o tarihi doku. O hava yok olacak maalesef.

Emek Sineması’nın kapatılması büyük tepkiyle karşılandı. Ama tepkiler verilen kararın önüne geçemedi.

Bence Emek Sineması’nın kapatılmasından ziyade memleketimizde çok daha önemli olaylar yaşanıyor. Bu kadar çok büyütülmesine gerek yok. Ergenekon davası devam ediyor. Kürt meselesinde bir sürece girildi, ne olacağı belli değil.

Bugünkü durumu ülkemiz adına nasıl değerlendiriyorsunuz?

Adnan Menderes dönemini yaşadım.1960,1970,1980 darbe ve muhtıraları ile hayatımız darbelerle geçti. Onun için hiç durmadık. Hep hareket, hareket, hareket. Her şeye rağmen Türkiye’de müthiş bir gelişme var. Ben Anadolu’ya turne için çok sık gidiyorum. Görüyorum gelişmeyi. Fakat hükümetin çelişkileri de var. Bunları görmemek mümkün değil. Söylediklerinin aksini yapıyorlar. Siyasi, demokrasi ve yargı alanında sıkıntılarımız var ama bunlar yerine oturacaktır. Ergenekon davası bir an önce sonuçlanmalı, bu dava beni çok rahatsız ediyor.

Kürt meselesinde yeni bir sürece girdik. Süreçte en öne çıkan Akil insanlar heyeti oldu. Davet edilseydiniz katılır mıydınız?

Akil insanlar meselesi bana komik geldi. İnşallah hayırlı olur ama ben onlardan bir sonuç çıkacağına inanmıyorum. Koskoca bir devletin halledemediğini 63 kişi mi yapacak. Akiller bu meselenin çözümünde yararlı olabileceklerini düşünerek kabul ettiler herhalde ama bence yanılıyorlar. Bana böyle bir teklif gelseydi, kabul etmezdim. “Benim haddime mi düşmüş” derdim ve kendi işimi yapardım. Herkes kendi işini yaparsa devlete faydası olur. Ben de işimi en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum.

85 yaşındasınız. Fakat çok genç görünüyorsunuz. Amerikanvari bir havanız var. Farkında mısınız?

Amerikanvari bir havam olduğuna inanmıyorum. Yaşıma göre çok genç göründüğümü biliyorum çünkü ben çok çalışıyorum. O kadar çok çalışıyorum ki yaşlanmaya vakit bulamıyorum. Yoğunluk hoşuma gidiyor.

’50 YILDIR SİGARA İÇMİYORUM’

Genç kalmanızın sırrınız nedir?

Çalışıyorum, işimi seviyorum. Bir de ben ne özel hayatımda ne de sahnede hiçbir şeyi abartmam. Abartıyı sevmiyorum. Ben içki de içiyorum ama üç gece içmem, dördüncü gece üç kadeh rakı içerim. Gecede dört tane sigara içerim. Gün içinde son 50 yıldır hiç sigara içmedim. Oyun için gerekli olursa sahnede içerim. Yemek de yerim. Tatlı da yerim ama çayımı şekersiz içiyorum. Abartısız yaşamak çok önemli.

Hayatınız hep İstanbul’da geçti. Eski İstanbul’un canlı tanığısınız.
Ben Mersin’de doğdum ama Mersin’de tesadüfen doğdum. Babam, annem Mersinli değildi. Babam bir otomobil markasının bayiliğini yapıyordu. İşi oradaydı. 6 aylıkken İstanbul’a taşınmışız. Bütün hayatım boyunca İstanbul’da yaşadım.

Atatürk’ün cumhurbaşkanı olduğu dönemi de yaşadınız. Atatürk’le ilgili bir anınız var mı?

Çok küçüktüm. Atatürk’ün cumhurbaşkanı olduğu dönemi hayal meyal hatırlıyorum. Cenazesini çok iyi hatırlıyorum. Sabah erkenden bütün aile Tophane’de bir yere gitmiştik. Cenazesi önümüzden geçti. O anı hatırlıyorum. O an çocuk olduğum için çok fazla bir şey hissetmedim. Üzülmüştük. Herkes ağlıyordu, onlar ağlıyor diye ben de ağlıyordum. Günler geçtikçe ne büyük bir kayıp olduğunu daha iyi anlıyorum. Babam çok koyu bir Atatürkçüydü. Cumhuriyetin doğuşunu yaşamış insanlar gerçek Atatürkçülerdi. Onun etkisiyle ben de koyu bir Atatürkçüyüm ve onun yaptığı her şeye bağlıyım.

Tiyatroya birlikte gönül verdiğiniz meslektaşlarınız aramızdan ayrıldı. Dormen Tiyatrosu’nda Metin Serezli, Erol Günaydın ile birlikteydiniz. Onları kaybettik. Ölüm korkusu yaşıyor musunuz?

Aşağı yukarı aynı yaşlarda olmamıza rağmen onları ben yetiştirdim, benim öğrencilerimdi onlar. Erol Günaydın, Metin Serezli, Erol Keskin Dormen Tiyatrosu’nda yer aldılar. Usta oldular. Ölüm korkusu yaşıyorum tabi ki. Bir yaşa geldikten sonra daha yakından hissediyorsun bu korkuyu. Ama çok fazla üstünde durmuyorum. Ben daha çok gençlerle çalışıyorum, etrafım gençlerle dolu dolayısıyla unutuyorum bu korkumu. Gençlerden çok şey öğreniyorum. Zamana ayak uyduruyorum. Hayata gençlerin gözüyle bakıyorum çünkü onlara bir şey sunuyorum.

DİN UĞRUNA İNSAN ÖLDÜRMEK GÜNAHLARIN EN BÜYÜĞÜ

Uzun bir dönem Amerika’da yaşadınız. Bir etkileşim olmuş siz kabul etmeseniz de.

Ben uluslararası olmayı tercih ediyorum. Ben insanlara inanıyorum çünkü. Benim kendime göre bir din anlayışım var. Ben Müslümanlığa inanmıyorum. Tanrı’nın insanları sen Müslüman, sen Yahudi, sen Katolik olacaksın diye ayırdığına inanmıyorum.

Sizin din anlayışınızın çerçevesi nedir o zaman?

Benim din anlayışımda yaradan ve insanları bir gören bir Tanrı var. Ben şekilci değilim, çiçeklere bile saygı göstermemiz gerekiyor. Nefes alıp veren tüm canlılara saygı göstermemiz gerekirken insanların birbirlerini din uğruna öldürmeleri günahların en büyüğü. Ben Tanrı’nın varlığına inanıyorum ve bana da çok yardım ettiğini düşünüyorum.

Geçmişe dönüp baktığınızda ne hissediyorsunuz?

“Kimler geldi, kimler geçti, neler gördük, neler görmedik” diyorum. Ben eskide yaşamıyorum. Belki de bu nedenle genç kalabiliyorum. Hep ileriye bakıyorum.

Bir evlilik yaptınız. 50 yıl önce boşandınız ve ondan sonra hiç evlenmediniz.

Betül’de (Mardin) evlenmedi, ben de evlenmedim. Çok güzel bir evlilik yaşadım. Hâlâ ona saygı duyarım ama oğlumuzun dediği gibi iki bombanın aynı evde yaşaması zordu. Biz dost kaldık. Üstelik artık evlenmeye gerek yok. Eskiden iki insanın bir arada olması için evlilik şart olarak koşuluyordu. Belki de sadece çocuk için evlenmek gerekir ama baba çocuğu kabul ediyorsa çocuk için de evlenmeye gerek yok.

Aşk var mı hayatınızda?

Aşk yaşayacak yaşta mıyım? Ben işime aşığım.

HAKKINDA YAZILANLAR

Sahnedeki Hayat
Cemal A. Kalyoncu

Haldun Dormen, Türk tiyatrosunun önde gelen isimlerinden birisi olmasının yanında, tiyatromuza bugüne kadar 500’e yakın yeni sima kazandırmış bir kişidir de. Yarım yüzyılı aşkın süredir sahnede olan Dormen, bu yüzden Türk tiyatrosunun kilometre taşlarından olmaya da hak kazanmıştır.
Dormen, tiyatrocu olarak sevdiği bir işi yaptığından kendisini şanslı saymaktadır. Ondan tiyatro için olduğu kadar hayat felsefesi bakımından da alınacak dersler vardır: “Hep şansımın çok iyi olduğuna inanıyorum. Bir kere sağlıklı olmam bir şans, istediğim işleri yapmış olmam büyük bir şans. Belki hayata iyi niyetle baktığım için böyle.” Dormen şanslıdır. Çünkü babasının isteğiyle, Robert Kolej’in istemediği mühendislik bölümü yerine istediği edebiyat bölümünü bitirecek, ardından babasının da desteğini alarak Amerika’nın tiyatro üzerine ders veren sayılı üniversitelerinden Yale’de eğitim görecek ve zaman zaman perdelerini kapatsa da, yönetmen ve oyuncu olarak, müzikallerle birlikte imza atacağı 130’dan fazla oyunla arzuladığı tiyatroda Türkiye’nin tanıdığı bir kimlik olacaktır.

Arap Kanı
Ahmet Haldun Dormen, aslen Manavgatlı olan, fakat daha sonra Kıbrıs’a yerleşmiş bir aileye mensuptur. Ailesinin Kıbrıs’a taşınması vesilesi ile burada dünyaya gelen büyükbaba Ömer Efendi, evliliğini de aslen Lübnanlı olan Nazlı Hanım’la yapar: “Babaannem Arap asıllı. Onun için bende Arap kanı da var yani.” Çiftin Fazıl, Süreyya, Zekiye ve Sadiye ile birlikte Haldun Dormen’in de babası olan Ömer Sait adında beş çocuğu olur. Ömer Sait, eğitimini İngiltere’de tamamladıktan sonra Mersin’e yerleşir. Burada, kendisinden büyük Said Arif Bey ile birlikte Saitler adıyla bir şirket kurarak ticaret hayatına atılır: “Ve Türkiye’nin ilk Ford acentası oluyor. Koç’ların lafı yok o zaman Türkiye’de. Vehbi Bey’in bakkallık dönemi herhalde. Daha sonra İstanbul’a gelip İstanbullu bir hanımla evlenmek istiyor ve annemle evleniyor. Annem tipik bir Osmanlı kızı.” Ömer Said Bey’in 1925’te evlendiği Hatice Nimet Hanım, babası ve büyükbabası asker bir ailenin ferdidir: “Büyükbabam Rüştü Paşa, onun babası da Cemil Paşa. O da asker. Rütbesini bilmiyorum ama resimde gayet şaşaalı duran bir adam.” Rüştü Paşa’nın Nebiye Hanım’la evliliğinin meyvesi olarak en küçükleri Hatice Nimet Hanım’ın dışında üç çocukları daha olur: Raşit, Nihat ve Kadri Paşa.

Haldun Dormen işte bu çiftin ikinci çocuğu olarak 1928’de Mersin’de doğar: “Benden evvel bir ablam olmuş ve 1927’de vefat etmiş. Sonra ben 5 Nisan 1928’de doğmuşum. Benden sonra da Güler doğmuş. (Güler Hanım da önce işadamı Hikmet Erenyol’la evlenir. Bu evlilikten Ali Sait Erenyol doğar. Güler Hanım daha sonra da, Şeyhülislam Aşir Efendi’nin torunu, Prof. M. Sait Cemil ile Şehnaz Yiğit’in oğlu yine işadamı Muhtar Yiğit’le birleştirir hayatını.) Gayet mutlu bir çocukluk hatırlıyorum. Hep zenginlik içinde büyüdüm. Alman dadım vardı.”

Babası, Amerikan traktörlerini Türkiye’ye getiren ilk acenta sahiplerinden biri olarak İstanbul Şişli’ye gelip yerleştiğinde Haldun henüz altı aylıktır. Dormen 8 yaşında iken bir sakatlık geçirir. Bugün yürürken aksamasına neden olan bu sakatlığı geçirdiğinde Şişli 19 Mayıs İlkokulu’nda öğrencidir: “Babam beni oraya göndererek çok büyük akıllılık yaptı. Çünkü kapıcı çocukları ve manav çocukları ile zengin çocukları aynı anda nasıl arkadaşlık eder onu öğrendim. Bugün hayatta uyuşamayacağım hiç kimse yoktur. Herkesle gayet rahat dostluk kurabilirim. Ben oğlum Ömer’in de öyle bir okula gitmesinde ısrar ettim.” Dormen burada iyi bir öğrenci değildir: “Her zaman vasat bir öğrenci idim. Tembeldim.” Onun bu tembelliği daha sonra gideceği Galatasaray’ın orta kısmı ile Robert Kolej’de de devam edecektir: “Bazı derslerim çok parlaktı, bazıları felaket. Edebiyat ve sosyal bilimlerde, yani bugünkü mesleğimi ilgilendirecek derslerde iyiydim. Fizik ve kimya gibi derslerde ise felakettim.” Fen derslerinin iyi olmaması, Haldun Dormen’in bugün mühendis değil de tiyatrocu olarak karşımızda yer almasının temel nedenidir belki de: “Babam benim iş adamı olarak ona yardım edeceğimi, dolayısıyla İngilizce’yi bilmemi istiyordu. Onun için Galatasaray’dan ayrılıp Robert Kolej’in mühendislik kısmına gitmemi istedi. Benim hiç öyle bir niyetim yoktu. Fakat kendi planlarım için İngilizce konuşmanın çok iyi olacağını düşündüm. Ve ben gizli emellerim için, babam da açık emelleri için beni koleje yolladı. Harika dedim. Amerika’ya gitmeyi planlıyordum.” Dormen, Kolej’in önce mühendislik bölümüne gider. Ancak fizik ve kimyadan başı dertte olduğu için edebiyat bölümüne geçer: “Babam da başka çare olmadığını görünce peki dedi.”

‘Neden sanat, onu çözemedim’

İlkokulda gazeteci İzzet Sedes, Galatasaray’da da bugün en önemli dostları arasında yer alan bankacı Hamit Belli (diğer önemli bir dostu da Münir Nurettin Selçuk’un kızı mahalle arkadaşı Meral Selçuk’tur), Robert Kolej’de de Abdullah Kuran, Sedat Yerlici, Erol Günay gibi arkadaşlarıyla beraber okuyan Dormen, henüz Galatasaray’ın orta kısmında iken ileride ne olacağına karar vermiştir: “Sanatçı olmaya karar vermiştim. Niye böyle, onu hiç bir zaman çözemedim. Bizim ailede sanatçı birisi yoktu. Fakat doğuştan olduğuna inanıyorum.”

Robert Kolej’de sanata yönelik faaliyetlerde hep başı çeken biri olan Dormen, ilk önce sinema yapmayı düşünür. Ama bunun öncesinde iyi bir tiyatro eğitimi alması gerektiğine kanaat getirir: “Yale Üniversitesi’ne müracaat ettim ve 1950’de gittim.” O yıllarda Ahmet Emin Yalman’ın oğlu Tunç ile Şirin Devrim tiyatrocu olmak için Amerika’dadır. Zaten Dormen de Amerika’da tiyatro eğitimi alma konusunda onlardan esinlenmiştir. Haldun Dormen, Yale’de üç yıl eğitim görür: “Master derecesi aldım ve parlak bir talebe oldum. Hocaların söylediğine göre özellikle yönetmenlikte en parlak talebelerden biri idim.” Amerika’da yabancı arkadaşları ile birlikte bir yaz tiyatrosu kuran Dormen, bu sayede burada yönetmenlikten kostümlerin hazırlanmasına kadar bir tiyatro nasıl idare ediliri de öğrenir. Üç yılın sonunda Şirin Devrim ve Tunç Yalman’ın yapmadığı bir şeyi yapar, Türkiye’ye döner ve Türkiye’de tiyatro yapmaya başlar: “Dönüp Türkiye’de iş yapan ilk ben oldum. Sonra Tunç ile Şirin’i de bizim tiyatroya davet ettim. Bizde oynadılar.”

Cinayet Var
Haldun Dormen 1954’te döner dönmez Muhsin Ertuğrul’un yönetimindeki Küçük Sahne’ye girer. Cinayet Var’la Türk tiyatro seyircisinin karşısına çıkar. Oyunda genç bir dedektif—komiserdir. Dormen, Muhsin Ertuğrul’la birbuçuk yıl kadar birlikte çalışır: “Muhsin Bey’den çok şey öğrendim ama yönetmen olarak hiç bir şey öğrenmedim. Parlak bir tiyatro adamı, tiyatroyu çok ciddiye alan ve çok saygı duyan birisi idi. O yüzden Türkiye’de tiyatroya saygı duyulmasını sağlayan kişidir.” Muhsin Bey’den ayrıldıktan sonra aralarında bugünkü Zeytinoğlu Grubu’nun kurucularından —o zamanlar tiyatrocu olan— Mümtaz Zeytinoğlu, yine şimdi dünyaca ünlü bir avukat olan Yiğit Okur, dünya çapında mimar Tuncay Çavdar ve Erol Günaydın gibi tiyatroda kalan gençler Amerika’dan yeni gelen Dormen’e giderler: “Hakkımda çok yazı çıkmıştı gazetelerde, Amerika’dan geldi, genç oyuncu vs… Ben tiyatro eğitimi alıp ilk gelen adam olduğum için bana ‘Biz Tiyatro Derneği diye bir dernek kurduk. İyi şeyler yapmak istiyoruz. Bizim bir yönetmene ihtiyacımız var’ dediler.” Dormen henüz 27 yaşındadır: “Çalışmaya başladık ve Cep Tiyatrosu’nu kurduk. Beyoğlu Parmakkapı Sokak’ın arkasında bir sokakta 60 kişilik tiyatro, dolu dolu oynadı. Ve o oyun beni yönetmen olarak Türk halkına tanıttı.” Cep tiyatrosundaki Erol Günaydın, Erol Keskin, Nisa, Metin Serezli gibi isimler daha sonra 1957’de kurulacak Dormen Tiyatrosu’nun da ana kadrosunu oluşturacaktır. Dormen bu arada askerliğini de aradan çıkarır. Kara Kuvvetleri’nde asteğmen olan Dormen, ayağındaki sakatlık nedeniyle İstanbul Halıcıköy’deki levazım bölüğüne gönderilir: “Hep şanslı idim. Levazım okuluna gittiğim gün damda büyük bir aksaklık oldu ve ‘İstanbul’da olanlar bundan sonra evlerine gidecek’ dediler. Bir hafta süreyle gittik, sonra o bir hafta benim için 6 ay oldu. Ben askerde sadece bir gece yattım. O da cezalı olduğumuz için. Çok anlayışlı bir komutanım vardı. O da şans. Saat 9’da gelip 13’te çıkıyor ve cep tiyatrosunu devam ettiriyordum.”

Askerliğini Nezih Demirkent’le birlikte yapan Dormen, askerlikten ilişiğini kesince de DP’nin iktidarda olduğu bu dönemde siyasetteki dalgalanmalara paralel pasajlar içeren oyunlardan dolayı sıkıntılar yaşar: “1955’te 6-7 Eylül Olayları olduğunda Erol Günaydın, Metin Serezli ve Fikret Hakan’la Papaz Kaçtı oyununu oynuyorduk. 6-7 Eylül olunca pat diye oyunu kesmek zorunda kaldık. Oyundaki papaz ismini kaldıracaksın dediler. Oyunun ismi oldu Kaçan Kaçana. Sonra Ayfer Feray’ın tekrar oynamasına nişanlısı müsaade etmedi. Yerine başka birini aldık. İnanılmaz kalabalık bir seyirciyle devam eden oyun bozuldu.”

Ve darbe zamanı… 27 Mayıs 1960: “O zaman Balıkesir’de turnede idik. Daha önce papazların kesildiği bir papaz oyununu oynuyorduk. 27 Mayıs olduğu gece de üstlerine isyan eden askerleri anlatan Zafer Madalyası adlı oyunu oynuyoruz. Ben Fikret Hakan’la aynı odada kalıyorum. Sabah 6.30 gibi kapı vuruldu. Duygu Sağıroğul ‘Patron kalk ihtilal oldu’ dedi. Bekliyorduk o sırada. Ben Betül Mardin’le evli idim. Biz Menderes karşıtı olan insanlardık. Hep radyoyu dinliyorduk. Hatta benim resmim vardı. Radyo dinlerken adamın kafasına vuracaklar, ‘ihtilal oldu’ diye biri bağıracak diyordum. Fakat sabah sabah ihtilal oldu deyince yine de şoke oluyorsunuz. Otelde kalıyorduk, iki—üç gün orada tuttular. Sonra müsaade ettiler, korka korka o oyunu oynadık. Zafer Madalyası İstanbul’da başladığı günlerde çok iyi gidiyordu. Sonra birtakım hareketler ve yürüyüşler başladı. O yürümeler seyirciyi biraz korkuttu.”

1960’lı yıllarda, tiyatrocu olmadan önceki hayali yine depreşen Haldun Dormen, bu hevesini kursağında bırakacak iki deneme yapar. Önce Ekrem Bora ve Belgin Doruk’la birlikte Dormen Tiyatrosu kadrosunun da rol aldığı Bozuk Bir Düzen’i, ardından da Müşfik Kenter, Nedret Güvenç, Belgin Doruk’la beraber yine Dormen Tiyatrosu kadrosunun da oynadığı Güzel Bir Gün İçin adlı sinema filmlerini çeker. ‘A by film Dormen’ imzalı bu filmler en iyi film, en iyi oyuncu ödüllerinin de dahil olduğu toplam yedi ödül almasına rağmen yapımcısını memnun etmez: “Şimdi ödül kazanan bir film çok iyi para yapıyor. Biz o zaman iyi para yapamadık. Ödül kazandığımızı da lanse edemedik, dağıtanlar da iyi dağıtmadı.” Ve Dormen sinemadan vazgeçer. 1972’de ise, bugün Ferhan Şensoy’un olan o zamanki Ses Tiyatrosu’nda sahne almaya başlarlar. Burada Refik Erduran’ın Ayı Masalı adlı oyunu ile perdelerini aralayan Dormen ve ekibi, on yıl boyunca aralarında Bit Yeniği, Şahane Züğürtler gibi oyunları sahneye koyarlar: “O oyunlar bana çok şey kazandırdı.” Yıllar geçtikçe Dormen’in sahneye koyduğu oyunlara hep yenileri eklenir. Seyirci ile de iyi bir iletişim kurulmuştur. Ancak 1977 yılı beklendiği gibi olmaz: “Hayatımın ilk dönüm noktasıdır. 1977’de Dormen Tiyatrosu kapandı. Bundan sonra ben tiyatrosuz ne yaparım düşüncesiyle karşı karşıya kaldım. Baktım ki o kadar önemli değilmiş, başka birşeyler de yapılabiliyormuş.” Dormen, o yıllarda Türkiye’de henüz çok yeni olan televizyona adımını atar. Bu birliktelik uzun yıllar sürer, yanına başka bir iletişim aracı olan radyoculuğu da katarak… Dormen yine bu dönemde, Milliyet gazetesinde Çeşitlemeler adlı sütunuyla sekiz yıl kadar sürecek bir gazete deneyimi de yaşar. Tiyatroya tekrar dönüşü ise 1980’lerin başında Egemen Bostancı ile karşılaşması sonucunda olur. Ve Haldun Dormen, uzun yıllar önce çıktığı sahnede kalmayı başarır.

Bugüne kadar 133 oyun sahneye koyan Haldun Dormen’in unutamadığı oyunlar da olacaktır tabii. Bunlardan biri, ilki 1963’te Ayfer Feray’la, ikincisi de 1987’de Nevra Serezli ile sahneye koyduğu Şahane Züğürtler’dir: “Orda da uşak rolünü oynadım. Şimdi Dadı’da da (Kenan Işık ve Gülben Ergen’le birlikte oynadığı dizi. Show Tv’de yayınlanıyor) uşak rolünü oynuyorum. Uşak rolü bana uğurlu geldi.” Dormen’in unutamadığı bir diğer oyun ise Türkiye’de sahnelenen ilk müzikal olarak da bilinen Sokak Kızı İrma’dır (1961): “O beni çok mutlu etti. Çok zor şartlar altında çalıştık. Ne aranjör vardı, ne şarkı söylemesini bilen aktör. Vazgeç, rezil olacaksın dediler. Bin 500 kişilik Atlas Sineması’nda oynadık oyunu. Kuyruklar sokaklara taştı.” Haldun Usta, bir de Muhsin Ertuğrul’un yönetiminde oynadıkları Hamlet’i unutamamıştır: “Hamlet o kadar kötü bir prodüksiyondu ki.. O kadar kötü oynuyordum ki, sadece ben değil, herkes kötü oynuyordu. Belki ben en kötülerdendim. 35 temsil oynadık, o oyunda her gece sahneye çıkma stresi beni mahvetti.”

— Haldun Dormen tiyatrocu olmasa idi ne olurdu?
“Hiç düşünmedim. Ben tiyatrocu olmayı düşünüyordum. Yalan söylemeyi veyahut kızıp şey yapmayı beceremiyordum. Belki hariciyeci olurdum. Ama otelci olurdum herhalde. Dışişlerinde başarılı olabilmek için herhalde rol yapmak lazım.”

Dormen hariciyeci olsa idi ne olurdu bilmiyorum ama bildiğim, geride kalan yıllarda 500’ü aşkın sanatçı yetiştiren Dormen’in okulundan çıkanlar arasında bugünün birçok ünlüsünün de yer aldığıdır. İzzet Günay’dan Altan Erbulak’a, Nevra—Metin Serezli’den Fusün Erbulak, Erol Keskin ve Erol Günaydın’a kadar birçok sanatçı Dormen Tiyatrosu’nda sahneye adımını atmıştır: “Nisa Serezli, Türkiye’nin en büyük tiyatro oyuncularından bir tanesi oldu. Ben onun oyunculuğunu hiç beğenmezdim. Metin Serezli’nin eşi ve sevdiğim bir insan olduğu için biz ona rol verdik. Sonra Cahide Sonku için seçtiğim oyunda, o zaman 60 yaşında filan olan Ece Aydan yaşlı bir kadını oynayacaktı. Aydan ‘Ben oynamam bunu’ dedi. Nisa Serezli de ‘Ben oynayabilirim’ dedi. Ben korka korka peki dedim. Nisa sonra Türkiye’nin en iyi komedyenlerinden biri haline geldi. Yanıldığım insanlardan bir tanesi o oldu. İyi olacağını düşündüğüm ama iyi çıkmayan birtakım insanlar da var ama onların isimlerini vermeyeceğim.”

1959’da, ünlü Mardin ve Kocataş ailelerinin torunu, Fatma Fahire ile Muhiddin Arif Mardin’in çocuklarından (diğerleri Leyla ve Arif) biri ve halkla ilişkilerde dünyaca tanınan bir isim olan Betül Mardin’le evlenen Haldun Dormen’in babasının ismi Ömer (Tayyar ve Gülderen Büyükburç’un kızı Gülden ile evlidir ve Yasemin adında bir çocukları vardır) adını vereceği bir oğlu olur. Fakat evlilik, iş yoğunluğuna ancak 8 yıl dayanabilir: “Betül’ü ben tiyatroya almak istemedim. Çünkü hem tiyatroda hem evde beraber olmak ve tiyatroda bana yardım etmek istiyordu. Ben onun sağlıklı olmayacağını düşünüyordum. O da gazeteciliğe, daha sonra radyo çalışmalarına başladı. Ve gerginlik yaşamaya başladık. Birbirimizi göremiyor, konuşamıyorduk. Ayrı dünyaların insanları olduk. Oğlumuz Ömer’in söylediği bir laf var ‘iki volkanı aynı evde çekemeyecektim.’ Doğru, ikimiz de çok volkanik insanlarız.”

“Siyaset teklifi alır gibi oldum ama, yanaşmayacağımı o kadar güçlü bir şekilde belirttim ki… Deniz Baykal’dan habire geliyor. Siyasetle ilgileniyorum ama siyasete girmek hiçbir zaman aklıma gelmedi, gelmeyecek de” diyen, Tiyatro Oyuncuları, Tiyatro Patronları Derneği gibi mesleki kuruluşların üyesi olan, Fenerbahçe’yi tutmasına rağmen spora çok merakı bulunmayan, arabesk hariç her tür müziği de severek dinleyen, maske koleksiyonu olan Haldun Dormen Usta işte böyle şanslı bir oyunun oyuncusudur.

HABER

Dormen’in kardeşi Güler Yiğit ayrıldı
04.03.2019

Haldun Dormen’in kardeşi Güler Yiğit ile 22 yıllık hayat arkadaşı psikolog Halil Değer ayrıldı.

Güler Yiğit ayrılığı “Ayrılmak istemedim, sonuna kadar da yanında olmak istedim. Ama Halil centilmenlik etti” diye anlattı.