akademisyen, yazar
9 Ocak 1918 tarihinde Ankara’da doğdu. Ankara Gazi İlkokulu’nu ve Gazi Lisesi’ni bitirdi. Babasının ölümü üzerine öğrenimine ara vererek Kadastro Fen heyetinde memurluğa başladı. Bu arada üç yıl süren vatan hizmetini yedek subay olarak tamamladı. Terhisinden sonra, İçişleri Bakanlığı’nın açtığı bir sınavı kazanarak, Mahallî İdareler Genel Müdürlüğü Köycülük Bürosu’nda çalıştı. Buradayken ‘Meskun Mahaller Kılavuzu’ adlı eserin hazırlanmasıyla görevlendirildi.
Milliyetçi eylemlere katıldığı gerekçesiyle 29 Haziran 1944’te tutuklandı ve İstanbul’a götürüldü. Türkçülüğe yönelik terörün estirildiği o dönemde, ‘Irkçılık-Turancılık Davası’nın 24 sanığından biri olarak tutuklandı. İşkencelere maruz kaldı, yargılandı ve sonunda beraat etti.
Bu olaylar yüzünden, öğrencisi bulunduğu Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Felsefe Bölümü’nü 1948 yılında bitirebildi. Buna rağmen tabiî ve kanunî hakkı olan lise öğretmenliğine atanmadı. Pınarbaşı ve Kayseri’de ilkokul, Osmaniye’de ortaokul öğretmeni olarak çalıştırıldı. Daha sonra Ârifiye İlköğretmen Okulu’nda değişik derslerin öğretmenliğini yaptı.
1955 yılında uzun mücadelelerden sonra Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne ‘Dinler Tarihi’ asistanı oldu. Türkiye’de ‘Dinler Tarihi’ sahasında doktora yapan ilk akademisyen oldu. Doktorasını 1955 yılında tamamladı. 1966 yılında doçent, 1973’te profesör oldu.
1960 yılında Almanya’da, 1962-1963 yıllarında İsrail’de, 1971-1972 yıllarında da Almanya, İngiltere ve Fransa’da ilmi incelemelerde bulundu. 1972 yılında üstlendiği Dinler Tarihi Kürsüsü Başkanlığı görevini emekli oluncaya kadar sürdürdü.
Yazı hayatına genç yaşta milliyetçi dergilerde şiirler ve yazılar yayınlayarak başladı. Değişik dergi ve gazetelerde 300’ü aşkın makale yayınladı.
Dinler tarihi, Türk tarihi, eğitim-öğretim, halk bilimi ve edebiyat ile ilgili 20 dolayında da kitabı yayınlandı.
Başta Orkun olmak üzere, milliyetçi dergilerde çıkan bazı yazılarında Çivicioğlu, Çivicioğlu Ârif, A. Çivicioğlu müstear adlarını kullandı.
1977-1980 yıllarında A. Ü. İlahiyat Fakültesi’nin dekanlığını yaptı. 1980’de başlayan emeklilik dönemini, ilmi çalışmalarını sürdürerek, yeni eserler yazarak ve bazı eserlerin yeni basımlarını hazırlayarak İstanbul Heybeliada’da geçirdi.
11 Şubat 1992 tarihinde vefat etti.
HAKKINDA YAZILANLAR
Hikmet Tanyu (9 Ocak 1918 – 11 Şubat 1992)
Atsız – Sabahattin Ali dâvası vesile yapılarak Türk milliyetçiliği aleyhinde girişilen Haçlı seferi esnasında, Hikmet Tanyu, 29 Haziran 1944’te tutuklandı. İstanbul’a sevkedilen Tanyu, Emniyet Müdürlüğü Birinci Şubesinin nezarethanesindeki 14 numaralı hücreye kapatıldı. Hikmet Tanyu, bu hücrede altı ay kadar kaldı, daha doğrusu çile doldurdu.
3 Temmuz günü, o zamanlar Emniyet Umum Müdür Muavini bulunan Kâmuran Çuhruh’un huzuruna çıkarıldı. Milliyetçi karşı çok zalim davranan Çuhruh, Ankara’daki gösteriler sırasında başvekile sövmüş olduğu tarzında bir takım hayâl mahsulü suçlamalarla Hikmet Tanyu’ya hücumlarda bulundu. Tanyu’nun bunları reddetmesi üzerine ise, yanında bulunan polis Muzaffer’e:
– Bunu at mutena hücreye de anlasın… emrini verdi. Mutena hücre, tabutluk denilen işkence odasının birinci şubedeki özel ismiydi. Ve Tanyu, bu emir üzerine 19 numaralı tabutluğa sokuldu.
Ayağa kaldırılmış birer tabuttan farkı olmayan bu işkence odaları, içleri madenî bir madde ile kaplı ve tavanları büyük ampullerle süslü (mutena hücre) lerdi. Tavanlarındaki 1500 mumluk ampuller, içine tıkılanın beynini pişirmek ve bu suretle suçunu (!) itirafa mecbur bırakmak vazifesini görürlerdi. Birinin numarası 19, diğerinin 20 idi. Hikmet Tanyu 19 numaralısına sokuldu ve o sıcak Temmuz ayının iki gününü, 3 ve 4 Temmuz gün ve gecesini, bu mutena hücrede geçirdi.
Tabutluğa 3 Temmuz sabahı koyulan Tanyu, ertesi gün akşam vaktine kadar orada -yemek yemesine de izin verilmeden- işkenceye maruz bırakıldı. Nöbetçi polislerin, çömelerek beklemesini tavsiye etmelerine karşı, o büyük bir kinle saatleri ayakta, hem de dim dik ayakta geçirmeyi tercih etti. Polisleri şaşırtan bu hareket, Hikmet Tanyu’nun Türklük, hak ve hürriyet için ölünceye kadar mücadele azmini kuvvetlendirmeye yaradı.
Hikmet Tanyu‘nun ifadesinin alındığı günlerde, Kâmuran Çuhruh da tahkikat odasında bulunmuş ve diğerlerinde yaptığı gibi sık sık söze karışmıştı. Hikmet Tanyu’nun haklı müdafaaları karşısında, yapmacık hareketlerle kızıp köpürüyor, bağırıyor, ağzına geleni söylüyordu. Tanyu’nun Atsız ile olan münasebetlerinden bahsettiği esnada da:
– Ulan, bu herif kim oluyor, diye gürlemişti, Kadastro’da Atsız’a yardım da ne demek? Aptal, hadi bakalım, şimdi o size yardım etsin sizleri buradan kurtarsın…
Tanyu’nun celâdetli sözleri karşısında bir aralık çok kızan Çuhruh:
– Ulan köpekler… Sizin sekizinizi de temizlerim!.. diye bağırmış ve tabancasını eline alarak bu tehdidi yapabilecek durumda bulunduğunu göstermek istemişti.
Tanyu, bu ifade odasında, ifade vermek değil, tehditlere göğüs germekle vazifeli imiş gibi bir vaziyetle karşılaşmış ve:
– Senin, burada sağlam dişin söküldüğünden haberin var mı?
– Seni aşağıda öldürtürsem ve doktor raporu ile de kalpten öldüğünü tevsik ettirirsem kim ne der?Bunu yapamaz mıyız?Seni kim arar sorar? gibi birbiri ardına yapılan hücumlara, tehditlere büyük bir sabır ve metanetle direnmişti.
Hikmet Tanyu, diğer Türkçülerle birlikte beraat kararı aldıktan sonra, yıllar süren bir uğraşma sonunda bu işkenceci şefler aleyhine dâva açmış ve onları sanık sandalyasına oturtmayı başarmıştır. 1944-1945 yıllarının o zilletli günlerinde, vatanlarını ve milletlerini sevmekten başka bir düşünceleri olmayan vatanseverlere kan kusturan, işkence yapan o insanlar, adaletin karşısında günahlarının hesabını verirken 1950 seçimlerinden sonra çıkarılan Af Kanunu imdatlarına yetişmiş ve Yargıtay aşamasındaki dâva durdurulmuştu. Ancak Hikmet Tanyu‘nun Türkçülük Dâvası ve Türkiye’deki İşkenceler adlı eseri, kanunun bağışladığı günahı vicdan mahkemelerinin huzuruna çıkarmak vazifesini görmüştür.
HAKKINDA YAZILANLAR
Özleyiş (10.1946-11.1947)
1944-45 “Irkçılık-Turancılık” kâbusunun atlatılmasından sonra Ankara’da yayımlanan aylık Türkçü dergilerin ilki. Ekim 1946 ile Aralık 1947 arasında 15 sayı çıkarıldı.
29×21 sm. boyutlu olan dergi 3. hamur kâğıda basılıyordu. kapağının üst ve sol yanı üzerinde kalın, renkli birer Türk desenli şerit, kalan bölümün üst kesiminde logosu ile “Bilim-sanat-ülkü’ söylemi, onun altında içindekiler dizimi, sayı rakamı yer alıyordu. 20+4 sayfalı olan derginin fiyatı25 kuruş idi.
M. Zeki Özgür (Sofuoğlu) derginin sahibi olarak görünüyordu. Yazı işleri müdürlüğünü ise Hikmet Tanyu yürütüyordu. Başlıca yazarları Remzi Oğuz Arık, Necati Akder, Atsız, M. Şerif Korkut, Hüseyin Nâmık Orkun, Sofuoğlu M. Zeki, Hikmet Tanyu, Tacettin M. Önger, Halit Tarancı, Aydın Yalçın, Sait Tahsin Tekeli, Selâhattin Çoruh, Kemal Edip Kürkçüoğlu, Nejdet Sançar, Tevetoğlu, Hakkı Kâmil Beşe, Samet Ağaoğlu, Abdullah Savaşçı, Sâdi Yaver Ataman, Cezmi Türk, Ârif Nihat Asya, Karamağaralı Halûk, Ali Nüzhet Göksel, Erhan Löker, Mahmut Ragıp Gazimihal, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Nefi Korürek, Elmas Yıldırım, Orhan Gökova, Selâ- hattin Ertürk, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, Fahriye Yılanlıoğlu, Mukadder Çiftfiliz, Kümbetlioğlu Hikmet, Yusuf Kadıoğlu, Şevki Berker, Osman Attilâ, vb. idiler.
Dergi, ünlü “Irkçılık-Turancılık Dâvâsı” dolayısıyla Türkçülere yapılan işkencelere ışık tutan yazıları ile tanınıyordu.