Naima Biyografisi
Meşhur Osmanlı tarihçisi, ilk resmî Osmanlı vak’anüvisi’dir.
Naima, 1655 yılında Halep’de doğmuştur. Asıl adı Mustafa Naim’dir. Genç yaşta istanbul’a gelmiş ve 1682 yılında Baltacılar Ocağı’na kaydolmuştur. Haleb’de başladığı tahsilini İstanbul’da Enderûn mektebinde devam ettirdi. Bu ocağa kayıtlı olanlar, Beyazıt Camii’ndeki derslere de devam ederlerdi. Bir süre sonra Baltacılar Ocağı’ndan çıkıp Divan-ı Hümayun kalemine girdi. Burada “Naima” mahlasını aldı. Karagöz Ahmet Paşa, kaptan-ı deryalığa getirilince, paşanın “divan efendisi” oldu.
Nâimâ, sarayda ve İstanbul’da bulduğu iyi imkânları değerlendirerdebiyat dallarında bilgisini genişletti.
1682’de Dîvân-ı hümâyûn kâtipleri arasında vazîfe aldı. Bu dönemde kendisini, devrin önemli kişilerine tanıtmak fırsatını buldu. Şair, bilgin Rami Mehmet Efendi, Kazasker Yahya Efendi gibi insanlarla dost oldu. Rami Mehmet Efendi sayesinde İstanbul gümrüğünde 1000 kuruş aylıkla göreve geldi.
Şairleri, sanatkârları, fikir adamlarını koruyup kollayan devlet adamı; Amcazade Hüseyin Paşa’nın sadareti zamanında Naima’daki cevheri fark ettikten sonra 1700 senesinde saraya, vak’anüvis olarak çalışmaya başladı.
Sadrâzam Amcazade Hüseyin Paşa Şârih-ül-Menâr adlı eseri verip, esas kabul etmek suretiyle, bir târih yazmasını istedi. Bunun üzerine Osmanlı târihinde meşhur bir eser olan “Ravdat-ül-Hüseyn fî Hülâsâ-i Ahbâr-il-Hâfikayn” adlı eserini yazdı. Bu eseri yazmasında ve diğer hususlarda kendisine çok yardımı dokunan sadrâzam Amcazade Hüseyin Paşa’ya çok minnetdâr kaldı. Meşhur eserini de ona ithaf etti. O da kendisinbeğenip, müellife ihsânlarda bulundu. Nâimâ’nın yazdığı bu târih kitabı, 1574 senesinden 1659 senesine kadar seksen seneye yakın bir dönemin hâdiselerini anlatmaktadır.
Kendi adını taşıyan tarihin önsözünü yazdığı zaman bunu Sadrazam Amcazade Hüseyin Paşa’ya sundu. Bu önsöz gerçekten önemlidir. Çünkü o zamana kadar gelen bütün tarihçilerden farklı olarak bu önsözde Naima, olaylara nasıl baktığını, nasıl değerlendirdiğini anlatıyor, İbni Haldun’un sosyolojik tarih metodunu kullanacağını haber veriyordu. Bugün de değerini muhafaza eden bu önsözü okuyan Sadrazam, Naimâ’yı ödüllendirdi ve takdirlerini bildirdi.
Naima, bilimsel bir tarihçi idi. Sadrazam Amcazade Hüseyin Paşa’nın ölümünden sonra işi biraz tavsamış, fakat Damat Hasan Paşa sadrazam olunca Naimâ’yı hem “korumuş’, hem eserinin zamanına kadar işlenmesini emretmiştir.
Daha sonra da Naima’nın ocak arkadaşı Karagöz Ahmet Paşa, sadrazam olunca 28 Eylül 1704’de Naima’nın da yıldızı parladı. 1704’de Dîvân-ı hümâyûn kâtibliğinden defter emînliğine birkaç ay sonra da Anadolu muhasebeciliğine tâyin edildi.
Naima, yıldızlar ilmi üzerinde de çalıştı ve “zayice”ler (Yıldızların, belli bir zamandaki yerlerini, durumlarını gösteren çizelge.) yazdı.
1706 yılında Sadrazam olan Çorlulu Ali Paşa, Naima’nın zayicelerinden başka anlamlar çıkardı ve onu Girit adasında Hanya’ya sürgün etti. Sürgün yeri Hanya’dan Bursa’ya çevrildi. Bir yıl sonra da affedilerek istanbul’a dönmesine izin verildi.
1709 yılında vezir, 1713 yılında sadrazam olan (Silahtar Damat Ali Paşa) Şehit Ali Paşa, Naimâ’yı 1709’da tekrar Anadolu muhasebecisi yaptı, 1712’de yeniden defter emînliğine, 1713’de de baş muhasebecilik vazîfesine tâyin etti. Bu dönemde Naima, büyük eseri olan “Tarih”ini yazmaya devam etti.
1713 yılında Sadrazamlığa geçen Ali Paşa, Osmanlı Devletinin 8 Aralık 1714’te Venedik‘e karşı satar Damat Ali Paşa komutasındaki Türk ordusu Venediklilerin elinde bulunan Mora’yı altı hafta içerisinde alır. Ordu ile birlikte Mora seferine katılan Naima, Mora’ya defter emini olarak tâyin edildi. Mora’da kalmak istemeyen Naima, İstanbul’a dönmek muradında idi. Fakat derdini kimselere anlatamadı. Üzüntüler, sıkıntılar içinde Atina‘nın 215 km batısında, Korint Körfezi ile Akdeniz’in birleştiği Paleo Patras kasabasında hayata gözlerini yumdu. Kabri oradaki Fethiye Câmii civarındadır.
Naima, 1716 yılında 61 yaşındayken Yunanistan’ın Atina ve Selanik’ten sonra üçüncü büyük şehri olan Patras’da ölmüştür.
Naima, eserini yazarken asrının kendinden önceki meşhur tarihçilerinden, târih hâdiseleri yaşamış olan güvenilir kimselerden istifâde etmiştir. Kaynakları, Katip Çelebi’nin Fezleke’si, Düstûr-ul-amel ve Mîzân-ül-hak adlı eserleri, İbni Haldun’un Mukaddime’si, Âlî’nin Nasîhatüsselâtîn’i, Peçevî, Abdi Paşa Vakayinamesi, Karaçelebizâde Abdülazîz ve Vecîhî târihleri’dir. Asıl kaynağı ise, Şârih-ül-menârzâde Târihi müsveddeleridir.
Naima, Sadrazam Amcazade Hüseyin Paşa’nın teşviki ile 1591 tarihinden 1660 tarihine kadar olan zamanı Menarzade Ahmet Efendi’nin Vakayiname müsveddelerinden de yararlanarak yazmış ve birinci cilt olarak yayınlamıştır. Birinci bölümün devamı olan 1660- 1699 döneminin bütün belgelerini ‘hazırlamış, notlarını almış, müsveddelerini geliştirmiş, fakat tamamlamaya fırsat bulamadan ölmüştür.
Naima’nın ölümünün üstünden bir hayli zaman geçtikten sonra Naima’nın müsveddeleri, notları, Şehrîzade Sait Efendi’ye geçmiş ve son bölüm onun kaleminden tamamlanmıştır.
Naima, sadece yazdığı olayı düşünmez, olayın çevresindeki öteki olaylarla, yazdığı olayın arasındaki münasebetleri bulur, çağı bir “bütün” olarak çizgi çizgi ortaya çıkarırdı.
Çeşitli dillere tercüme edilen eseri, 1734’de İbrâhim Müteferrika tarafından iki cild hâlinde basıldı. 1843, 1863 ve 1866 senelerinde tekrar basıldı. 1863 baskısı altı cild halindedir.
Eserleri :
Ravdat-ül-Hüseyn fî Hülâsâ-i Ahbâr-il-Hâfikayn (Hüseyn’in Bahçesi, Doğu ve Batı Haberlerinden Özetler)
Naima’nın anlattığı bazı hadiseler; yönetimin onun kalemine değer verip işine karışmadığını göstermektedir:
Meselâ; III. Mehmet‘in, tahta geçer geçmez 19 erkek kardeşini nasıl idam ettirdiğini bile açık açık anlatmıştır:
“Pâdişâh-ı Cihanpenah’ın biraderi olan ondokuz nefer şehzâde-i bî-günah, nizâm-ı âlem için, kemend-i cânistan ile şühedâ zirvesine ilhâk edilirlerken yetişkin olmıyanların, validelerinin kucağından alınıp canlarına kıyılmasını harem-i hümâyûn vaveylâ ve gözyaşlarına gark olarak seyreylemiştir…”
Şehzâdelerin en büyüğü Mustafa’nın son ânında şu beyti söylemiş olduğunu da Nâimâ, eserinde rahatça nakleder:
Nâsiyemdekâtib-i kudret ne yazdı bilmedüm
Âh, kim bu gülşen-i alemde herkiz gülmedüm.